Bilindiği gibi, yerkürenin tüm Yahudi toplumlarında yılda en az iki kez Şoa/Holokost anılır… Bunlar başta Varşova Gettosu’ndaki ayaklanmanın başladığı, İbrani takvimine göre 27 Nisan tarihindeki Yom HaŞoa ile Auschwitz Ölüm Kampı’nın Sovyet Orduları tarafınca kurtarıldığı 27 Ocak BM Holokost Anma günleridir.
Bundan birkaç yıl öncesine kadar, iki yılda bir Galata Aşkenaz Sinagogu’nda anılan Yom HaŞoa töreni için oldukça ilginç konuşmacıları (örn. Avusturyalı St. Georg Kilisesi Başrahibini veya İstanbul Almanya Başkonsolosunu) davet eder, Neve Şalom Kültür Merkezi’nde Holokost Kemanları gibi etkinlikler düzenler, Şalom Gazetesi’nin çıkarmış olduğu özel Holokost Eki’nde, Prof. Hasan Bülent Kahraman dostumuz gibi konuk yazarlardan katkılar sağlardık. Bugün de aynı gelenekler sürüyor – dahası, 27 Ocak tarihlerinde bunları “geniş” toplumun kimi kurumları da özellikle üstlenmektedir, örneğin bu yıl İstanbul Üniversitesi Prof. Cemal Bilsel Anfisi’nde olduğu gibi…
Bendeniz ise, 27 Ocak tarihini andığımız bu haftaya düşen yazımda, diğer bir konuya kısaca parmak basmayı düşündüm...
Geçenlerde Kitap Kurdu köşemizde irdelediğim Bülent Ezcacıbaşı’nın “Aklımızda Bulunsun” başlıklı son kitabında şu cümle gözüme çarpmıştı: “İletişimde mizaha ihtiyacımız var! Anlatacaklarımıza insanlar kulak kabartsın istiyorsak, mizahı kullanmak zorundayız, çünkü kimse ders dinlemek niyetinde değil.” (s.223)
Bu ilginç saptamadan hareketle Şoa gibi vahşi, kimilerince inkâr edilebilmeye kadar giden inanılmayacak bir tarihi olayı geniş çevrelere aktarmak için, mizah öğesinin çok yararlı bir araç olduğunu söyleyebilir miyiz? Bana kalırsa, tüm dar görüşlü eleştirilere karşın, 1997 yapımı İtalyan La Vita è Bella filmi, mizahı kullanarak bu insanlık suçunu beyaz perdeden milyonlarca izleyiciye tanıtmıştı. Onunla birlikte, Train de vie veya onları izleyen Jakob the Liar (ABD/1999), Die Blumen von Gestern (Alm./2016) ve The Last Laugh (ABD/2016) filmleri de aynı başarıya ulaştılar!
Bu bağlamda, gene birazcık geriye giderek, 2014’te yayımlanmış bulunan Savunmanın Son Çaresi: Gülmek başlıklı mizah kitabımdan buraya aktardığım üç Şoa fıkrasıyla sizleri biraz düşündürmek istedim…
1930’ların Almanya’sından popüler bir soru: “Kaç çeşit Alman Yahudisi bilirsiniz?”
Yanıt: “Kötümser ve iyimser olanları...”
Soru: “Peki, aralarındaki fark nedir?”
Yanıt: “Çok bariz değil mi? – Kötümser olanlar çoktan Amerika’da, iyimserler ise Auschwitz’de...”
***
…ve işte Auschwitz Ölüm Kampı, 1943: Yankl Feigenbaum gaz odasına gönderilmek üzere kaldığı barakadan çıkarılırken, nöbetçi Hans Dreckmann’ın önünden geçer. O ise akşamdan kalma ve halen çakır keyiflidir... Yankl’a durmasını emreder: “Bana bak, küçük Yahudi! Bugün 50. doğum günümdür – ve önümden geçen ellinci kişiyi bağışlamak geldi içimden, o da sen çıktın!.. Ama bir şartla!”
“Nedir o, Sayın Komutanım?”
“Biliyor musun, iki gözümün biri aslında takma – camdan bir gözdür. Ancak, Berlin’deki ünlü Profesör Augenschiss tarafından takıldığı için, gerçek olanından ayırt edilemiyor. Fakat sen, şu efsanevî Yahudi bilgeliğinle hangisi olduğunu kestirirsen, seni bağışlatacağım! Şimdi söyle bakalım, hangisi sahte?”
Yankl, Dreckmann’ın her iki gözüne şöyle bir bakar ve hiç tereddüt etmeden cevabı yapıştırır: “Camdan olan, sağ gözünüzdür!”
“Aferin, Yahudi! Gerçekten de doğru bilmişsin... Aslında Profesör bunu hemen anladığını öğrense çok üzülürdü, ancak sen bana söyle – aramızda kalacak: Nasıl da hemen bilebildin ki?”
“Gerçeği söyleyebilir miyim, Komutanım – ve gene de serbest kalacak mıyım?”
“Ne sandın ki, Yahudi – bir Alman subayı her daim sözünün eridir... Serbest kalacağından emin olabilirsin. Ancak, tam gerçeği söylemek kaydıyla!”
“Peki, Sayın Komutanım: Sağ gözünüzde o denli insancıl bir bakış var ki…”
***
1943 yılında Münih mahkemelerinde artık hemen hemen hiç duruşma yapılmıyordu... Bunun nedenlerini araştırmış olan bir Alman yargıç, arkadaşına şu açıklamada bulunur: “Gördüm ki Yahudiler bu zor günlerinde karşılıklı olarak mahkemeye gitmiyor, ari ırktan birini de dava etmeye korkuyorlar... Öte yandan Ari Almanlar da Yahudi birini mahkemeye çıkarmaz, zira böyle yapanın, bu ırk mensubuyla bir alış-verişi olduğu açığa çıkar...” – “Çok doğrusun,” diye cevap verir arkadaşı, “Ama salt ari ırkındakiler de mi birbirlerini dava etmiyor artık?” – “Etmeye cesaret edemiyorlar: Münih’te güvenilecek avukat kalmadı ki – Yahudilerin çoğu ya kaçtı veya kampta!”
Comments