Müthiş bir tarihe dalmaya hazır mısınız?
Babam israel’e gelmeden çok önce yapmıştı gezilecekler listesini... Tabii ki şimdi gelmedi, korona diye bir bela yokken gelmişti bizleri ziyarete. israel’e defalarca gelmesine rağmen, Apollonia’yı ziyaret etmeye hiç fırsatı olmamış, o yüzden bu seferki gezi planın en başındaydı. Sanırım bende en az onun kadar heyecanlıydım bu topraklarda kefedeceğim yeni bir mekan var diye.
Babam nasıl bir yere gidiyor olduğumuzun farkındaydı ama hepimizin şaşıracağını bildiğinden, mekanı bize fazla anlatmadı. Sadece gün batımında orada olmayı tercih ettiğini iletti. Sebebini fotograflarda bulacaksınız.
Ulaşımı çok kolay bir mekan burası. Denize giderken her daim yol üstünde olan bir yerde, Hertzeliya Pituach’ın yanı başında. Tel Aviv’e 15dk.
Gişeden biletleri aldığımız an zamanı geriye sardık, tahmini 4000 sene geriye... 18 yüzyıl boyunca sürekli el değiştirmiş bir Haçlı şehrindeyiz. Ortamın dekorasyonu sizi hiç zorlanmadan dönemler arasında yolculuğa çıkartıyor adeta.
Apollonia, İsrail'de deniz kıyısında bulunan tek arkeolojik mekan değil. İçeri adım attığımızda tam da babamın tahmin ettiği gibi şaşkınız. Çevre düzenleyiciler, alanı gerçekten eşsiz bir deneyim haline getirmeyi başarmış ve mevcut kalıntıların etrafına doğayı, peyzaj olarak kullanarak nefes kesici bir ortam yaratmışlar. Apollonia şehri ve kalesine kelimenin tam anlamıyla uçurumun kenarını kucaklayan bir yoldan yürüyerek girdik.
İçeride öyle uzun bir tarih şeridi vardı ki kendinizi hangi zamanda konumlandırmak isterseniz sizi oraya taşıyordu adeta.
REŞHEF
MÖ 6. veya 5. yüzyıldayız. Fenikeliler yerleşmiş ilk bu bölgeye. Onlar ilk Kenanlıların ve Lübnan'ı işgal eden Deniz İnsanlarının torunlarıydı. Deniz teknolojisi ve astronomi konusunda en bilgili oldukları düşünülürdü ve bu da çeşitli malları uzak denizlerden taşıyarak ticaret yapmalarını sağlamış. Yerel sakinler kıyı boyunca bol miktarda bulunan salyangozlardan, bilgileri sayesinde değerli bir boya olan Tyrian morunu yarattılar ve bu sayede asillerin kıyafetlerindeki mor rengin patentini almışlar. Fenikeliler, bu yerleşime Kenanlıların bereket ve yeraltı tanrısı Resheph'in adını vermişler.
APOLLONIA
Helenistik dönemdeyiz. Bir liman kasabadayız. Yunan’lılar Resheph'i Apollon ile özdeşleştirdiklerinden, şehiri Apollonia olarak yeniden adlandırmışlar. Roma yönetimi altında, kasabanın büyüklüğü artmış ve Jaffa ve Caesarea liman şehirlerinin arasında Sharon vadisindeki en büyük ikinci şehir haline gelmişti.
Hani vapurlarda kalem satarlarken daha bitmedi derler ya o kıvamda şehir sürekli bir yenilikle bizi karşılamaya devam ediyor.
ARSUF
MS 640 yılındayız. Kasaba artık Müslümanların... Semitik adı Reshef'in Arapça çevirisi olan Arsuf. Kasaba bu dönemde küçülmüş. Kendilerini Bizans filolarının denizden sürekli saldırılarına karşı korumak için de şehrin etrafı surlarla çevirmişler.
An itibariyle bu surun üzerinde oturup, sonsuz uzanan denize bakıyorum. Manzaramın içindeki rüzgara yelken açmış yelkenlileri izliyorum. Sessizlik öyle derin ki insan o günlerde böyle bir mekanda her sabah uyanmak nasıl bir histir diye sormadan edemiyor. Bir çocuğun neşeli sesiyle kendime geliyorum. Havada uçan paraşütçüleri işaret ediyor heyecanla. Bu masmavi bulutsuz gökyüzünde süzülmek nasıl bir his derken bu noktada yaşanan binlerce savaşı düşünmeden edemiyorum.
Hala şehrin el değiştirmeleri bitmedi. Sıra Ceneviz filosundaydı, onlarda 1191’de şehri fethetmeyi başardı ve ardından 1200’lerde sıra Hospitalier Şövalyelerine gelmişti. 1265 yılında Memluk sultanı Baybars şehri fethetti ve önemli bir evliya olan Sidna Ali adına yapılmış bir camiyi ziyaret ederek şükranlarını sundu. Aşağıda uzanan kocaman sahilinde adı da buradan geliyor. 1596’da Osmanlılar bu bölgedeydi.
Zaman içinde yıkılan duvarların ve zorlukla tanınan kalıntıların Apollonia'sının muhteşem bir milli parka dönüştürüldüğünün hikayesi kısaca böyle. Bitti diyeceksiniz ama bitmedi.
Görünüşe göre Apollonia'da muhteşem bir manzaradan daha fazlası var: İçeride çok önemli bir kale ve onu çevreleyen kale duvarları, bir ortaçağ kapısı, bir mutfak, bir ziyafet salonu kalıntıları gezeceksiniz. Milli parkın girişinin yakınında bir Roma villasının kalıntıları bulunduğunda çukurlarda çalışanlar düğmeler, tuhaf bir miğfer ve Mauser tabancasından mermilerini keşfettiler. Buradan anlaşıldığı üzere sarnıçların 1914’lerde I.Dünya Savaşı sırasında Alman mevkii olarak kullanılmış olabileceği düşünüyolar.
Milli Parkın giriş / çıkışında eski bir bina gözünüzden kaçmasın. Bu eski yapı, Manda sırasında (1920-1948) İngiliz polis karakolu olarak hizmet etti. Bu topraklarda bulunan İngilizler, İsrael'e deniz yoluyla ulaşmaya çalışan kaçak göçmenleri tespit etmek için radar bile kullanmışlar. 1945'te İngilizler, atalarının ülkesine ulaşmaya çalışan bir mülteci gemisine el koymuş ve Haganah (Yahudi güçleri) iki gün sonra, Polis İstasyonları Gecesi Operasyonunda Apollonia'daki İngiliz radarını bombalayarak, binada açık bir delik bırakarak misilleme yaptı. Günlerce tüm dünya basınında yer alan bu haber Appolonia içinde bir nevi reklam özelliğini sağladı.
Manzaranın büyüleyiciliği eşliğinde 4 saate yakın zaman geçirmişiz içeride. Deli gibi esen rüzgar, etrafımızda bizimle aynı seviyede uçan kuşlar, mükemmel bir gün batımı ile sanki bir rüya âlemindeyim. Babam yanıma gelip nasıl buldun burayı diyor, cevabım gurur doluydu. Bir ülke ki defalarca el değiştirmesine rağmen tarihin her dönemine önemle sahip çıkıyor, gelecek nesile kalıntılardan ötesini sunuyor ne diyebilirim ki, iyi ki...
Koronadan dolayı önceden rezeravsyon şart. Ziyaret Saatleri: Pazar-Persembe arası ve Cumartesi 08.00- 16.00, Cuma günleri 15.00 ama tavsiyem bahar ayı çok ta sıcak olmayacağından gün batımını seyredecek saatlerde gitmeniz yönünde olacaktır. Vaktiniz olursa sahile kadar yüksek uçurumdan güvenle inebilirsiniz. Piknik koltuklarınızı yanınıza alın, park kapandıktan sonra şarap eliğinde parkın yanındaki tepede gün batımının eşşiz manzarasında keyif yaparken, burada yaşanan nice hikayeleri şöyle bir aklınızdan geçirip benim gibi tarihin içinde kaybolun.
Comments