![](https://static.wixstatic.com/media/18359f_f14f076b1ae74e38a01d32c313561090~mv2.jpg/v1/fill/w_980,h_767,al_c,q_85,usm_0.66_1.00_0.01,enc_auto/18359f_f14f076b1ae74e38a01d32c313561090~mv2.jpg)
Değerli Okurlar,
İki hafta önce bu köşemde yayımlanan “Stefan Zweig’ın Veda Mektubu” başlıklı öyküm, beklenmedik bir ilgi gördü, bu portalda alışık olduğum tıklamaların 4-5 katına ulaştı... Bu yüksek “rating”i, Zweig’ın Türk okurlarındaki popülaritesine bağlıyorum... Hal böyle iken, bu evrensel yazar hakkında daha önce Hürriyet KitapSanat ilavesinde yayımlanmış bir yazımı sizlerle paylaşmak istedim.
Bir-iki yıldır ülkemizin “çok satanlar” listesinde boy gösteren Pi veya Fi başlıklı kitapların yanındaki inatçı (!) müdavim, 1941’den gelme Kürk Mantolu Madonna’nın yanı sıra son zamanlarda sürekli olarak aynı hafta içinde iki, hatta üç kitabıyla 1881 Viyana doğumlu Stefan Zweig’ı da görüyoruz. Zaman tünelini aşmış bu yapıtların bugün de o denli ilgi görmesi her ne kadar Türk okurunun edebi çeşitliliği sevdiğinin bir göstergesi olup geniş ufkunu sevindirici biçimde dışa vuruyorsa da, kimilerimizce “şaşırtıcı bir fenomen” olarak da görülebilir...
Zweig’ın “alametifarika”sı...
Aslına bakılırsa, hiç de öyle değil! 1900 yılında başladığı yazarlık serüvenine, edebiyatın tüm türlerinde sayılması güç miktarda yapıt vermiş olan Zweig, ilk kez 1943’de Burhan Arpad tarafınca dilimize kazandırılmasının ardından, Avrupa’dan sonra Türkiye’de de büyük ilgi görmeye başladı. Yazarın günümüze kadar uzanan bu olağanüstü sevingenliğini sadece kurgusal yapıtlarına bağlamak ise yanlış olur.
Şurası kesindir ki, öykü ve romanlarının önemli bir bölümünde kadın başkişilerinin çok özel bir konumu vardır. Genellikle sağlam karakterli olmakla birlikte çoğunda görülen derin tutkular, öykülerde açığa çıkan kaderlerini belirler. Ne var ki, kimi eleştirmenlere göre bu başkişiler, okurlarında kuvvetli bir kadın hakları bilincine de yol açmıştır! Ancak çoğu bir solukta okunabilen öykü, uzun öykü (Novelle) ve kısa romanları Zweig’ın geniş yazın dağarının sadece bir bölümüdür. Anıları, günlükleri, gezi notları, denemeleri ve Gorki, Freud, Hesse gibi döneminin aydınlarıyla mektuplaşmalarının yanı sıra, bu ilginç yazarı özel bir konuma yerleştiren ve Türk okurları tarafınca çok sevilen yapıtları, neredeyse romanlaştırılmış gibi duran biyografileridir. Bunların aralarıda en çok okunanlar Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski ile Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy, keza öğrenci ve araştırmacılarımız için önemli birer referans kaynağı oluşturan Joseph Fouché, Erasmus, Maria Stuart veyaMagellan gibi kişiliklerin ayrıntılı yaşamöyküleridir.
Stefan Zweig’ın Avusturya ve Almanya’daki ilk “çok satar”ı ise, 1927’de yayımlanan Yıldızların Parladığı Anlar’dır. Alt başlığı “Beş Tarihsel Minyatür” olan bu kitapçık kısa sürede 250.000 adet basılarak, gördüğü büyük ilgi üzerine yazar tarafınca genişletilip 1940’lı yıllarda 14 bölüme ulaşmıştır. Diğer birçok kitabı gibi dilimize birkaç kez çevrilmiş olup keyifle okunan bu seçki, kimi ilginç tarihi olaylar hakkında bilmediğimiz nice ayrıntı içermekte. Aralarında “Bizans’ın Fethi” de yer alan, Dostoyevski’nin idam cezasından affedilişi (“Bir Yiğitlik Anı”) ve Lenin’in 1917 devrimi öngününde Rusya’ya dönüşü (“Mühürlü Tren”) gibi olayları da konu edinen, kendileri de birer yıldız gibi parlayan bu “minyatür”ler birer küçük edebiyat başyapıtıdır.
Ama sadece bu tür tarihsel anlatılarla örnek biyografileri, öykü ve romanları değildir, Stefan Zweig’ı o denli değerli kılan... 20. Yüzyılın ilk yarısından çeşitli kesitler içeren Dünün Dünyası başlıklı özgeçmişinin yanı sıra, mektuplarıyla günlüklerinde döneminin Avrupa felsefesi ve kültürüne birer anıt dikerken, yalın hümanizmin yaşamımızdaki öneminin altını çizmesidir, onu öne çıkaran. Ne yazıktır ki bu değerli fikir adamı ve yazar, en verimli çağında Hitler rejiminin o dayanılmaz baskılarının altında gittikçe ruhsal bunalımlara girer ve Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri üzerine vatanından ayrılma durumunda kalmasından öte, o çok sevdiği Avrupa’sının çöküşüne dayanamayarak 60 yaşında sığındığı Brezilya’da 1942’de eşiyle birlikte yaşamına kıyar. Ölümünden kısa bir süre önce tamamladığı Satranç başlıklı uzun öykü, Nazi karabasanını yeren belki de tek yapıtıdır: Anlamlı imgeler taşımakta olan “Schachnovelle”de, Gestapo’nun bir tecrit hücresinde aylarca kalmış olan Dr. B., orada tesadüfen bulduğu bir kitaptan ezberlediği satranç hamleleri aracılığı ile hürriyetine kavuştuktan sonra kendini beğenmiş bir dünya şampiyonunun tahtını sallayacaktır!
Bu popülarite nereden...?
İlginçtir ki, Avusturyalı kentsoylu Yahudi bir aileden doğma olan Stefan Zweig’ın gençliğinde yazdığı bir oyunda kendi dini inançlarını işlemesinin üzerinden yirmi yıl geçmesi ve ancak 1936’da kaleme aldığı Gömülü Şamdan başlıklı uzun öyküsüyle bu halkın diyaspora sorununa değinmesi dışında, Yahudilik ile ilgili konulara pek yer vermez. Bunu acaba, dostları olan Freud veya Schnitzler gibi birçok Avusturyalı dindaşının yeğlemiş olduğu özümleme dürtüsüne mi bağlamak gerekir – yoksa en belirgin özelliği olan evrenselliğe, kendini bir Avrupa vatandaşı saymasına mı? Burada ikinci varsayım daha doğru olsa gerek, zira Zweig’ın en büyük düşü, zaman zaman dile getirdiği ülkeleri arasında sınırları olmayan bir Avrupa özlemiydi! Diğer bir tasarısı, tüm Avrupa metropollerinde şubeleri olacak uluslararası çaptaki bir üniversite olmuştu ki, bu olanaklardan doğabilecek karşılıklı değişim programlarıyla sadece eğitimin evrenselleşmesi değil, genç insanların değişik kültürleri bizzat o coğrafyalarda tanıması için ilk adımlar atılabilecekti. Bu geniş ufuklu öngörülerinin gerçekleşmesi için ise Zweig’in ölümünden neredeyse 10 (Avrupa Kömür ve Çelik Birliği / 1951) ile koca 45 yıl (Erasmus Üniversite Takas Programı / 1987) geçecekti!
Tüm bunları sıralamışken, Stefan Zweig’ı Türk okurları için o denli önemli yapan, popüler kılan özellikler apaçık biçimde ortaya çıkıyor... Kültürlerarası yaklaşım düşleri bir yana, akıcı yazma biçemi, hassas gözlemler ve ayrıntılı mekân ile ustalıklı karakter betimlemeleriyle donattığı öykülerinde okura keyifli anlar yaşattığının altını çizen Ahmet Arpad, babasından devraldığı Zweig çevirmenliği ve hayranlığı çerçevesinde yazarın 75. ölüm yıldönümünde geçtiğimiz ay Viyana’da yapılan anma toplantısında bu konuyu şöyle değerlendirmişti: “Zweig, kolay okunan bir yazardır; roman, öykü hatta denemelerde çok bilmişlik taslamaz ve bu bağlamda en zor konuları abartısız, anlaşılır biçimde sunar. İşte bu nedenledir ki, Türk okuru tarafınca benimsenip ‘bizden biridir!’ kanaatini uyandırmaktadır. Yapıtları iyimserlik içerir, ümit doludur...” Savaş karşıtı ve birleştirici olan Zweig, ilkesel olarak iyimser olup, aslında “bir umut yazarıdır”. En başta bu nedenle, ancak aynı zamanda Avrupa uygarlığına karşı duyduğu hayranlığı ile ülkeler arası uzlaşı umudu, onu Türk insanı için bir çeşit düşünce önderi yapmıştır. Barışın ve iyiliğin gücüne inanır, okurunu yüreklendirip avutur, ona umutsuz anlarında yaşama coşkusu verir. Gene Arpad’ın sözleriyle, “Avusturya’nın bu en ünlü yazarının özgürlüklü görüşleri huzursuz yüzyılımızda her zamankinden daha çok geçerli!”
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre ölümünün üzerinden 70 yıl geçmiş olmasıyla, hakkındaki yasal telif kısıtlaması 2013’de kalkmış, Stefan Zweig da sayıları günden güne artan irili ufaklı yayınevleri arasında paylaşılamaz olmaya başlamıştır! Kısa bir internet taramasında bunların sayısının 50(elli!)’ye vardığı ortaya çıkıyor – ve salt Türk yayıncılık tarihine bir not düşmek amacıyla onları burada sıralamak istedik: Adam, Akılçelen, Alakarga, Alfa, Altın Post, Avesta, Aylak, Ayrıntı, Babil, Bilgi, Broy, Can, Cem, Doğu Batı, Edebi Şeyler, Everest, Evrensel Basım Yayın, Hece, İmge, İnsan, Kabalcı, Kutup Yıldızı, İş, İthaki, Kırmızı Kedi, Kolektif Kitap, Koridor, Librum, Mariana, Nilüfer, Oda, Palet, Palto, Remzi, Say, Pupa, Panama, Sarmal, Sayfa 6, Siyah Kuğu, Tekin, Tutku, Ulak, Yaba, Yason, Yeşil Elma, Yordam, Zeplin.
Bu bağlamda Satranç’ın halen 30, Amok Koşucusu’nun ise 9 ayrı çevirmen/yayınevinden edinilebileceği görüldüğünde, Zweig’ın bu popüler öyküleriyle diğer bazı öne çıkan yapıtlarının yazın sanatını yaygınlaştırmak için mi, yoksa onlara birer emtia gözüyle bakılarak salt paraya çevrilmek üzere mi piyasaya sürüldükleri sorgulanabilir!..
Comments