top of page

Yeni Tiyatro Sezonu İçin Umut Verici Bir Yapım: AF!FE

Sanat köşesi girişi: Yazarlarımızdan Robert Schild, yaz aylarında bulunduğu İstanbul'daki tiyatro sezonu açılışında sergilenen başarılı bir oyunu izleyerek, 23 yıldır eleştiriler yazdığı ve Yayın Kurulu üyesi olduğu tiyatroderisi.com portalı için değerlendirmiştir. Hafta başında yayınlanan bu eleştiri yazısını, özellikle Türkiye'de yaşamakta olan okurlarınızın dikkatine sunuyoruz...



 

Hayranlık duyduğu kişilerin yaşam öykülerini okumanın yanı sıra, yetkin bir yazarın bunları saptırmayan bazı düşsel olaylarla süslemesi, birçok okura çok daha büyük keyif vereceğine inanıyorum… Tiyatro severler için bu bağlamda verebileceğim en güzel örnek, İngiliz yazar Alison Anderson’un kaleme aldığı, odağında Anton Çehov’un bulunduğu The Summer Guest romanıdır. Burada geç 19. Yüzyıl Rusyası’nın siyasi/toplumsal çerçevesinin önünde, bu ünlü yazarın kişisel/sanatsal gelişimini bizzat yaşıyoruz sanki…

İşte aynı ustalığı, deneyimli yönetmen Serdar Biliş, genç yazar Selin Cankı Ceylan’a  (sanırım) “ısmarladığı” AFİFE oyunuyla göstermiş! Osmanlı’nın son yıllarında, düşsel bir kumpanya ile gene kimileri düşsel, bazıları ise gerçek sahne arkadaşları ile birlikte ve o dönemdeki baskıcı ortamın gölgesinde Türk Tiyatrosu’nun devrimci öncülerinden Afife Jale’nin sanat yaşamına tanık oluyoruz, bu çok katmanlı yapımı izlerken.

Bu “katmanların” hiçbiri oyuna tam olarak hakim olmuyor aslında – ara vermeden iki saate yakın bir süre içinde önümüzde gelişen bu (yarı-) süper prodüksiyon (“yarı”, çünkü göz alıcı, şatafatlı dekorlu bir sahne tasarımından kaçınılmış) ne bir müzikal, ne de bir belgesel oyundur, ne de Brecht’in “Lehrstück” olarak tanımladığı, geniş çaptaki bir “öğreti oyunu”dur. Ancak bu öğelerin her biri var AFİFE’de: Serdar Biliş’in yönettiği Alice (2019) müzikalinden tutun, Aşık Shakespeare (2023) gibi birçok oyunun müziklerini bestelemiş, Viyana ekolünden yetişme Tuluğ Tırpan’ın kulağı okşayan müzikleri; İBBŞT’nda (2015) kotardığı o görkemli 12. Gece’sinin de koreografisini üstlenmiş Candaş Baş’ın yönetimindeki dans ekibi; yanı sıra eski dostları, sahne/giysi ve ışık tasarımcıları Gamze Kuş ile Cem Yılmazer’in katkılarıyla göz dolduran ve yürek hoplatan bir seyirliktir… Türkiye’nin ilk Müslüman kadın tiyatro sanatçısı olarak, kendini eğiterek edindiği kuramsal alt yapısı ve sahne yeteneğini ne yazık ki sadece birkaç oyunda sergileyebilmiş Afife Jale’nin önüne çıkan softa rejimi ile dönemin eğlence hayatını sadece arka planda değil, öne çıkan gösterimlerle belgeleyen bir oyundur… Ve nihayet – işte bu softalığın, bu geri kalmışlığın günümüzde dahi apaçık biçimde sergilendiği Iran ve Afganistan gibi ülkelere, keza olası yerel takipçilerine “bırakın artık bu Ortaçağ tutumlarını – kadınlarınıza da düşünce ve devinim özgürlüğü tanıyın!” diye haykıran bir öğreti oyunudur, özellikle Afife’nin şu son repliklerinde görüldüğü gibi:


“Bu dünyada kadın olmanın gereği,

var olmak istiyorsan, yanman gerek.

Yanarken peşinden gelenlerin yolunu aydınlatman,

kendini feda etmen gerek.”

 

Peki, bu üç “katmanın” çerçevelediği sahnede devinen, “gibi yapan” sanatçılar için neler diyebiliriz? Oldukça uzun bir süredir Türkiye’de yaşamadığım için, çoğunlukla beyaz perde ve TV dizlilerinden bilinen Necip Memili ile bu oyun, ilk kaşılaşmamız oldu – ama ne karşılaşma! Kendisinin İstanbul’daki ikinci tiyatro deneyimiymiş AFİFE… Serdar Biliş’in ileride sanırım artık pek vazgeçemeyeceği bu yetenekli oyuncu, sahnede büründüğü dört küçük rolün yanı sıra, özellikle kumpanya sahibi (Mardiros?*) Mınakyan ve gaddar Komiser olarak olağanüstü başarılı birer canlandırma gösteriyor: “A star is born!”

 

Tilbe Saran için ise aynısını söyleyemeyiz tabii ki! Eleştiri yazmaya başladığım 1997 yılında, Işıl Kasapoğlu ve Cüneyt Türel ile birlikte kurdukları Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nda (şiddetle!) gözüme çarpan, son yıllarda da “La grande dame du théâtre Turc” (Türk Tiyatrosu’nun büyük hanımefendisi) olarak adlandırdığım bu değerli sahne sanatçımız, diğer dört küçük rolüyle birlikte özellikle Kınar Hanım’ı canlandırıyor bu gerçek/düşsel oyunda. O Kınar Sıvacıyan’ı ki, Asiye daha çocukken Zabel Binemeciyan ve Sırapyon Hekimyan ile birlikte Yeni Osmanlı Tiyatrosu topluluğunu kurmuştu. Keza, Darülbedayi’nin ilk sanatçıları arasındadır. Şaşırtıcı bir Ermeni şivesiyle (ki sevgili yazar Bercuhi Berberyan’a teşekkürler!) konuşan Tilbe Saran, Afife’den 26 yaş büyük Kınar Hanım olarak, genç meslektaşına (sahnede – ve belki de gerçek yaşamında?) ustalıkla kanat geriyor…

 

 



 

Atılgan Gümüş

Ve… Demet Evgar! Meslektaş ablası Tilbe Saran gibi, o da (Yıldız) Kenter ekolünden geliyor. O tiyatroda 2006’da ilk sahneye çıktığı Gece Mevsimi’nin ardından gelen oyunların tümünü izledim ve başarı çizgisini giderek yukarıya çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. AFİFE’de onu önce Eliza rolünde görüyoruz: Efsane Ermeni tiyatrocu Zabel Binemecyan’ın kızı Eliza’nın yurt dışında olması nedeniyle, Afife ilk kez erkek izleyicilerin de önünde sahneye çıkıyor ve büyük alkış alıyor. Ondan sonra, canlandırdığı Afife’yi tiyatroda değil, ancak Demet’i sahnede tutamıyoruz! Kendi kendini eğitmesi, sahnelere çıkması, yasaklanması ve bunalıma düşmesi – kısa yaşamının tüm bu evrelerini büyük bir içtenlikle resmediyor Demet Evgar, hele sık sık sahneye çıkıp yüz ifadelerini yakından çekerek büyük sahneye yansıtan kamera(wo)man’ın bu görüntüleriyle!.. Onun hakkında “bir yıldız doğdu!” yerine, “küçük yıldız devleşti!” diyebiliyoruz artık – daha yeni başlamış 2024/25 mevsimi için ona verilecek birçok ödülü öngörerek!

Oyundaki diğer cast’ın da (izlemiş olduğum sadece ikinci sahnelemesinde bile) genellikle başarılı olduğunu görüyoruz – özellikle Maxim sahnesinde (sır değil – rahmetli “Sanat Güneş”imize bir anıt diken) Atılgan Gümüş gibi yetenekler başta olmak üzere…

Maxim demişken – Zorlu PSM Sahnesi’nin sunduğu zengin teknik alt yapısı ve (boyutunu bilemediğim) maddi kaynaklarıyla, dekorların oldukça minimalist (ancak bazen yersiz/abartılı**) tutulmasına karşın, oyunun yaratıcı ekibi çok başarılı tablolar sunuyor izleyicilere (TV’de nedense pek beğeni sağlamış olan Kulüp dizisindekilerin aksine!).

 

 2015 yılında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izlediğim, gene Serdar Biliş’in yönettiği 12.Gece için dergimizde şu değerlendirmede bulunmuştum: “Tabii ki ödenekli bir sahnenin sağladığı mekân, donanım ve efekt gibi maddi olanakların desteği olmadan, böylesine zengin bir görsel şenlik yaratılamazdı – ancak tüm bu ‘hardware’/alt yapı, tiyatroyu iyi bilen bir ‘software/yeteneği olmasaydı, aylak kalmış olurdu…” – ve bugünkü yorumlarımı da, o günkü yazımın son cümlesi ile noktalamak istiyorum: “Tiyatromuz için her bakımdan umut verici bu yapım ile sezon iyi başladı – darısı devamının başına!..”

(* oyunda görülen kumpanya sahibi Mınakyan, acaba 22 Şubat 1920’de 81 yaşında vefat eden Mardiros Mınakyan mıdır? 1916 yılında sahne yaşamından ayrıldığında, Afife Jale henüz 14 yaşındaydı ve Darülbedayi’ye ancak 1918 yılının sonlarına doğru kabul edilmişti…

** “yersiz/abartılı” dediğim, örn. 1920’li yıllarda sahne arkasında bulunan bol ışıklı, kocaman aynalı upuzun makyaj masasıdır – buna niye gerek vardı ki?!)

 

ROBERT SCHILD

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page