(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Merhaba sevgili okurlarım. On beş gün sonra yine birlikteyiz. “On beş gün”, böyle yazarken çok kolay ama, şu geçtiğimiz on beş gün ne günlerdi ama!
İsrael kurulduğu günden beri total olarak hep savaştadır, nedir ki bazen sıcak savaşa dönüşür. İşte bu günler ateşten gömlek gibidir. Yaklaşık üç buçuk senedir burada sürekli yaşıyorum. Daha evvelki yıllar, özellikle torunların doğumundan sonra, dönüşümlü olarak 3’er aydan, yılın 6 ayını burada geçiriyorduk. Mesela Tsuk Eytan savaşı, İstanbul’da kalma döneminde gerçekleştiği için, savaşı uzaktan izlemiş ve üzüntüden kahrolmuştum.
Bu savaşta bir şey fark ettim ki, bu beni çok şaşırttı. Uzaktayken çok korktuğum savaş, içindeyken beni o kadar ürkütmedi. Nedenini hemen kavradım. Bu ülkeye olan tam güvenimden kaynaklanıyordu. İnanın ki tek derdim Gazze sınırında bekleşen genç askerlerimizdi. En çok onlar için kaygılanıyordum. Çünkü bu gençler kendi ailelerinin ışıkları ve İsrael’in istikbalidir. Tanrı onları korusun.
Roketlerin yaklaştığını uyaran sirenler çalarken, ilginçtir ki kendimden çok yakınlarımı düşünüyordum. Zırhlı sığınak odalarından yazışıyorduk. Tek üzüntüm evlerinde böyle odalar olmadan, merdivenlerin altında durarak korunmaya çalışan veya toplu sığınaklara koşan ülke halkıydı. Kanımca bu korunaklı odaların bütün evlere bir şekilde yapılması lazım… Bunun bir çözümü mutlaka olmalı. Belki düzgün bir kabine kurulabilirse, bu sorunlar da ele alınabilir.
Ateşkes olunca, beni yine bir düşünce sardı. Yine bir çözüm yokken, ateşkesin yararı neydi? Güneydeki şehirlerde oturan insanlar, en büyük darbeyi almalarına rağmen bu işten pek memnun kalmadılar. Nihai çözüme ulaşmadan ateşkesi kabul etmek, pisliği halının altına süpürmeye benziyor.
Aslında harika bir ülkede yaşıyoruz. İsrael’de savaş süresince yaşam hiç durmadı. Tv’ lerde izlediğimiz kadarıyla gençler barlarda ve restoranlarda cıvıl cıvıl oturuyorlardı. Bu olağanüstü özgüven insanların devlet ve ordusuna olan inanılmaz güvenleriydi. Kipat Barzel roketleri havada imha ediyordu ve herkesi azami koruyordu. Sizlere belki çok mistik gelecek ama, Tanrı’nın koruyucu eli de harikalar yaratıyordu. Tabiidir ki yıkılan evler, can veren birkaç vatandaş oldu. Tatlı, minik bir erkek çocuk yaşamın kaybetti. Bunlar yürekleri deldi geçti. Nedir ki, yağmur gibi yağan 4 bin füzeden bu kadar az bir zararla çıkmak zaten mucizenin ta kendisi.
Seviniyor muyuz? Hayır. Hiç de sevinmiyoruz çünkü; bu ülkenin gerçeğinin bu olmasına rağmen, kim birkaç yılda bir bu sarmalın içine girmek ister? Ama karşınızda sizi ülke olarak tanımayan, gözü dönmüş bir katil sürüsü varken, elden bir şey gelmiyor. Bu güruh kana susamış katillerin çobanlık yaptığı nefret dolu bir koyun sürüsü. Birkaç kişinin kanlı ihtirasları yüzünden, kurban edilen günah keçileri veya kara koyunları.
Ne diyeyim, Tanrı akıl tutulmalarına izin vermesin. Herkes kendi memleketinde sağ olsun, var olsun. Bu günlerin ardından, kendimi ameliyattan çıktıktan sonraki nekahat günlerindeki gibi hissediyorum. Her şey yolunda ama, yürek sızısı devam ediyor. Sızı da bitecek. Yenisi başlayana kadar… Nereye kadar? Ne zamana kadar?
Yeni günlere merhaba dedik. Hayat akmaya devam ediyor. Evimin balkonundan önümden akıp geçenlere bakıyorum. Torunlar yine okula başladılar. Zalim Corona’yı yendik, bu savaşlara çözüm bulamıyoruz. Sadece üstün Yahudi zekası sayesinde, hayatta kalma ihtimalimiz %99a yükseldi.
Aslında kötümser değilim. Tam tersine kendimi böyle bir memlekette yaşadığım için çok şanslı hissediyorum. Çünkü burada insanın hayatına çok önem veriliyor. Ağacımın dalları burada çiçeğe durup, meyve verdiği için çok gururluyum. Ama bir de huzur verseler. Bir gün mutlaka… Buna yürekten inanmayı seçerek Am İsrael Hay diyorum.
Comentarios