top of page

YARATILAN- Yaradan’dan Ötürü, İnsanın Kibri, Canavarın Kalbi






Zamanın çok kötü bir anından yazıyorum, diye başlasam yazıma roman sanırsınız belki ama ne yazık ki gerçek. Üzülerek gerçek olduğunun altını çiziyorum çünkü Çağan Irmak’ın 8 bölümlük mini dizisi YARATILAN’ı konusuna uygun bir kâbusun içinde seyrettim. Yazmazsam olmazdı hissiyatımla kaleme alıyorum.


Dünyanın çivisi çıktı. Hamas Terör Örgütü Israel’de yerleşkeleri, gençlerin partisini bastı, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürdü, tecavüz etti, kaçırdı. Sivil 1400 canı bir günde katletti. 240 kişiden fazlasını yaş gözetmeksizin rehin aldı. Neredeyese bir ay olacak hala salmadı. Neredeyse bir ay olacak, dünya nefesi tükenene kadar bağırmıyor evlerine dönmeleri için, sessizce durumu izlemeyi seçiyor tıpkı 80 sene önceki cani Holokost dönemindeki gibi. Bu yaratılan canavarlar çektikleri videoları viral olarak dünya ile paylaştı. Ailelerinin önünde öldürülen ve hatta fırında canlı yakılan bebeği dünya bilmesine rağmen orantılı güç kullanmaktan bahsetmeye başladı. Savaş suçunu gündeme getirdi. Yalandan haberleri gerçekliliğini bilmeden haber yaptı. Bütün dünya bir kez daha din ayrımından dolayı birbirine düştü, tüm dünyanın sokakları çıldırdı, protestolar şiddete dönüştü ve insanlık terrör ile YENİDEN sarsıldı. Savaş her yerde kan kusturmaya, canlar almaya devam ederken manidar olan ise diziyi tam bu VAHŞET zamanında seyredip, Yaratılan’da neyin farklı olduğunu görmeme imkan verdi. O farkın merkezi SEVGİ. Teşekkürler Çağan Irmak. Her zamanki gibi bizleri köşeye kadar getirip düşüncelere gark ettin.



Mary Shelley'nin efsanevi karakteri Frankenstein'dan ilham alınarak oluşturulan “Yaratılan"ın yönetmeni Çağan Irmak, küçük yaşta okuyup çok etkilendiği bu romandan esinlenerek bu diziyi çektiğini söylüyor. 15 sene süren taslak en nihayetinde 20 Ekim’de Netflix’te gösterime girdi.



İngiliz yazar Shelley, 1797 yılında Londra'da doğdu, 1818 tarihinde yayımlanan Frankenstein romanıyla o dönemin erkek dünyasının içinde yapayalnız bir kadın kahraman olarak adını edebiyat tarihine yazdırmayı başardı. Bu romanıyla ilgili şöyle bir de hikaye var; Mary Shelley Bram Stoker'la bir gece şatoda 'dünyadaki en korkunç şeyi ben yazarım,' diye iddiaya giriyor. Söylenenlere göre o gece biri 'Dracula'yı biri de 'Frankenstein'ı yazmaya başlıyor. Edebiyata kazandırılan bu iki klasik eserin böyle bir iddadan doğması etkileyici.



Çağan Irmak kitabın sadece iskeletini almış ve içine Osmanlı Dönemi'ni de ekleyerek bambaşka bir hikaye oluşturmuş. Dizi, genç ve azimli bir tıp öğrencisi olan Ziya’nın (Taner Ölmez) alışılmadık bir doktor olan İhsan ile (Erkan Kolçak Köstendil) evrenin gizemlerini çözmek için karmaşık bir yolculuğa çıkmasını konu alıyor. Dizide ölüm ve ahiret kavramları odak noktası. Giriştikleri yasak iş, hem İhsan'ın hem de Ziya'nın hayatını kötü bir sona sürüklüyor.


Baş karakter Ziya, ışık, aydınlık anlamına gelen, bir doktorun oğludur ve kendisi de tıp alanına oldukça meraklıdır. Okuyan, araştıran, meraklı ve heyecanlı genç sonunda tıp fakültesinde, o zamanki adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de okumak üzere Bursa’dan İstanbul’a gelir. Naif haliyle gelir gelmez kötülerin odağı olur. Olan olaylar sonucunda İhsan ile tanışır. İhsan da son derece zeki, araştırmacı, bilge biridir ama kafayı sıyırmıştır. Zamanında tıp fakültesinde okumuş, fakat asi, aykırı davranışları sebebiyle fakültenin bağnaz fikirli hocası tarafından okuldan atılmıştır. Oysa ki onu attıran hocanın karanlık tarafları vardır. Ziya sevgilisi Asiye’nin (Şifanur Gül) annesinin ölümünden oldukça etkilenir, ardından da kendi annesinin dönemin hastalığı Kolera’dan aniden ölmesi “insan ölmemeli” düşüncesini pekiştirir icinde. Bunlardan yola çıkarak “Kitab-ı kıyam” kitabına ulaşma çabası elzemdir. Tıpkı Gılgamış* gibi, Frankenstein hikayesinde de, ölümsüzlüğü arayan, ölen insanı dirilten genç bir doktorun fantastik öyküsü var. Hırslı bir yaşam var ortada. Biri toplum dışına itilmiş, biri de kendini kanıtlamaya çalışan. Boris Karloff’un oynadığı Frankenstein tam bir canavar ruhlu; sevgiye müthiş ihtiyaçlı ve sevgi görmeyince intikamı korkunç oluyor. Yaratılan’daki canavarı ise Irmak insanlaştırmış. Bir iki yerde kuvvetiyle bir şeyleri kırıp döksede aslında içinde sevginin olduğu bir yaratılan O. Kör kadının Yaratılan İhsan’la samanlıktaki dialoğunda sevgide olduğunu çok güzel dile getiriyor. “Gözüm seni görmez ama ellerim gözlerinin yaşına dokundu, yüreğini bildim ben senin. Bu bana yeter.”


Ziya’nın yarattığı ise adından anlaşılacağı gibi İhsan, yani iyi kalpli, insanlara yardım ediyor, mazlumun hep yanında duruyor, sevgi de görüyor, Vasili’nin kumpanyası çalışanları onu çirkin haliyle bile bağırlarına basıyorlar. Ortamdaki sevgi gözlerinizin sulanmasına sebep olacak, tam Çağan Irmak’a yaraşır şekilde. Ayrıca kumpanyadaki karakterlerin her birinin toplumda küçümsenen, itilen, eleştirilen, gayr-i Müslim ve zavallı olduğunun altının çizilmesiyle bir çok zor konuya açılım getirmesini çok beğendim. Zaten kumpanyalar, sirkler her daim ötekinin sığınağı.


Dizi ilerledikce Irmak yavaş yavaş Ziya’yi kötücül bir karaktere dönüştürmüş. Istemeden oldu diyor Irmak bu gelişime. Bir röportajında dediği gibi; “Benim için iyi insan, başkasının hayatına en az müdahale eden insandır. Ben bana ne yapmam gerektiğini söyleyen bir insan duymak istemiyorum artık. Çünkü benim hayatımı nereden biliyorsun ki bana ne yapmam gerektiğini bu kadar rahatlıkla ve bu kadar donanımsızca söyleyebiliyorsun. O yüzden Ziya işte burada, artık hayatlara müdahil olmaya, müdahale etmeye, manipüle etmeye başladıkça istemeden kötü insana döndü.” Gene içinde bulunduğumuz savaş itibariyle çok manidar olan bu cümle.


Ihsan’in en güçlü repliği, “Hayatımda bana ikinci bir şans verilmişti” demesiydi. Gidip geldi mi, yoksa kafasında mı uydurduğu tam netleşmese de senaryoda ona verilen ikinci şansta O aşık oldu. En büyük günahın birini sevmemek olduğunu gördü belki de. Onun gittiğini var saydığı cehennemde aşık olmayan insanların yandığını gördü kimbilir. Ve evrende hâlâ bir insanın bir terör örgütüne girip de kendini bir adamın ellerine bırakmasına hayretler içinde kaldı kimbilir. Vadedilen cenneti orada göremedi belki de.


İnsan ölümlü olduğunu bildiği halde bu kadar hırslı, kinci ve zalim olabiliyorsa, ölümsüz olduğunu bilse kim bilir nasıl olur! İşte o yüzden diziyi seyrettiğim an itibarıyle, hayal dünyamızda yarattığımız canavarlar, gerçek dünyada bize cehennemi yaşatan Hamas teröristlerinden kesin çok daha masum kalır.


İhsan’ın yaratılan olduktan sonraki yolculuğu insanın kötülüğüne dair bir hikâye. İhsan bebek gibi doğsa da insanlar kötülük yaptıkça kötü oluyor. Bir insandan hayatında ne bekleriz? Doğmasını, büyümesini, merak etmesini, öğrenmesini, aşık olmasını değil mi? İhsan’a Irmak dizide bunların hepsini o yolculukta, ikinci hayatında yaşattı.


Dizideki hazine arayıcılarının önemli bir misyonu var. Onlar bir efsaneye inanıp yola çıkmış, yollarından alı koyulmuş olsa da yüzyıllarca yollarına devam etmeyi seçmişleri temsil ediyor. Anlatıcı olan hazine arayıcıların başı (Bülent Şakrak) kalbindeki doğruyla Ziya’yı dinleyen, gelecek nesillere hikayeyi aktaracak olan olarak karşımıza çıksa da aslında O bir sekilde yönetmenin sesi. Efsane gerçekleşip hazine bulunduğu anda, tüm arayıcıların bir birine girmesi de savaşın kazananı yoktur dedirtiyor. Anlatıcı hazineyi hakkaniyetle dağıtıyor. Bu yaradanın bize bahşettiği iyiliği işaret etse de “İnsanın olduğu yerde iyi olmak ne mümkün” diyor Irmak, onu anlatmak içindi bütün o yolculuk.


Dilerim ki evrende tüm YARATILAN’ların iyi olduğuna inanmaya devam etsin çocuklarımız.

Fragmana buradan bir göz atın



ve kimsenin size Çağan Irmak bu sefer saçmalamış demesine izin vermeyin. Kimbilir belki de anlatılan bir efsane değildir.

--------------------------------

*İnsanlığın bilinen en eski ve en dokunaklı hikayesi olan Gılgamış Destanı Sümer’den Babil’e ve Hititler’e kadar uzanan mittir, efsanedir… Kıyısından köşesinden bu destanı bilmek gerekir…




Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page