(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Son bir buçuk ayım beslenme uzmanlığı eğitimime stajyer olarak devam ettiğim hastanede geçti. Bir dört ay daha buradayım. Daha görecek ve öğrenecek çok şeyim olduğunun farkındalığıyla son altı haftada gördüklerimi ve çıkarımlarımı paylaşmak istedim.
Beni en çok etkileyen hiç şüphesiz ölümler. İnsanlar gerçekten ölüyor. Pıtır pıtır gidiyorlar. Hastalıktan, yaşlılıktan ya da üst üste gelen talihsizliklerden. Bildiğiniz bir gün var, bir gün yoklar.
Hastane çalışanları kendilerini korumak için olduğunu sandığım bir savunma mekanizması geliştirmişler. Daha kibar anlatmak isterdim ama biri ölünce tek yapılan üzerini çizip devam etmek oluyor genelde. Üzüleni var mı? Kimdi, neydi? Tüm ekip en iyisini yaptı mı acaba? Konuşulmuyor. O kadar çok hasta var ki.. ''Allah rahmet eylesin ''.deyip yola devam ediliyor. Emin olmamakla birlikte, ihtiyaç gören çalışanların sosyal sağlık sorumlusu ile görüşme imkânı var sanıyorum. Ancak sistemin sağlık çalışanlarına sunduğu düzenli ve kapsamlı bir terapi hizmeti yok.
Her meslekte olduğu gibi hastanedeki sekreterin de, hemşirenin de, doktorun da, yardımcıların da, diyetisyenin de iyisi ve kötüsü var. Bir insan doktor diye her yaptığı saygıdeğer ve doğru değil ne yazık ki. Birçok meslek grubunda olduğu gibi hastane çalışanları da kişisel hayatlarındaki sorunları işlerine getiriyorlar ve hastalar farkında olsalar da olmasalar da bundan etkileniyorlar.
Hastanede hastaların ne yazık ki sağlıklı beslenme konusunda pek beklentileri olmaması gerekiyor. Burada beslenmeye dair yaklaşım genelde hastanın kilo kaybı olmaması ve malnutrisyondan ölmemesi yönünde. Tedavi amaçlı bir süreç için ne vakit var ne de uygun şartlar .
Diyetisyenler olarak bir hasta için hangi ek gıdayı ısmarlarsak ısmarlayalım mutfakta hizmet veren çalışanlar hastalara ulaştırmadıkları takdirde hiçbir iş yapmamış oluyoruz aslında. Bazen hastalar uygun yemek verilmediği için aç kalıyorlar mı? Evet. Peki, bu sorunla ilgili yapıcı bir çözüm var mı? Ne yazık ki, hayır…
Hastanede hastaların hiçbir özel alanları yok. Şanslı olanlar başka iki hasta ile aynı odayı paylaşırken daha az şanslı olanlar beş kişiyle aynı odada. Bir de koridorlarda herkesin içinde yatanlar var tabii.
Şanslı demişken ziyaretçisi olan hastaların da ne kadar şanslı olduklarına değinmeden geçemeyeceğim. Genellikle eşler, anneler ve çocuklar geliyor hasta ziyaretlerine. İş arkadaşları, patronlar ya da maç arkadaşları değil. Tam da korona günlerinde kiminle aynı evde takılı kalıyorsanız onlar geliyor işte. Gerçekten en yakınlarımız.
Ne yazık ki… Sistem böyle. Tek bir suçlusu olmadığı gibi tek bir kurtarıcısı da yok.
Sizlerden ricam lütfen bunları duyun ve bilin. Tüm yazılarımda bahsettiğim şekliyle bütüncül sağlıklı yaşam tarzı hayat kurtarır. Acısız hayat kurtarır hem de. Bazen nefsinize hâkim olmanız gerekebilir. Ama sizce de buna değmez mi?
Ve hayır. Dört kaşık şeker, yarım bardak un ve bir kaşık tereyağı ile yapılan tatlı dengeli değildir. Sadece arkadaşlarla içilen sigara zararsız değildir. Sadece hafta sonları yenen börekler masum değildir. Gözlerimizi açmanın ve sağlığımız uğruna bir şeylerden vazgeçmezsek her şeyden vazgeçmemiz gerekeceğini görmenin vakti gelmedi mi?
''Doktor ne derse doğrudur. '' diyerek ilaçlara gömülmenin, beslenmemizi sorgulamadan yaşamanın, sadece kalori hesabi ile 36 beden kalmayı başarıdan saymamanın vakti gelmedi mi?
En yakınlarımıza en kıymetli olduklarını hissettirmenin vakti gelmedi mi?
Ne yiyeceğimizi belki de okuma yazma bile bilmeyen mutfak çalışanlarının inisiyatifine bırakmamak için biraz emek vermeye değmez mi dersiniz?
Biz insanoğlunun başımıza gelmeden ders almama gibi bir hastalığımız var. Komşunun acısından öğrenmemizin vakti gelmedi mi hâlâ?
Sevgiyle,
Rosie Sarfati
Commentaires