Yazılarımda defalarca dile getirmişimdir, tekrar etmekte hiçbir zarar görmüyorum: Hayattaki en büyük keyfim, zevkim, motivasyonum, moral depolama aracım yolculuk etmektir! Japonların Ikigai diye adlandırdıkları, “uğruna yaşadığım şey” ya da “sabah uyanma sebebim” ve hatta “varlık nedenimdir” seyahat… Abarttığımı mı düşünüyorsunuz, işte orada yanılıyorsunuz.
Uzun yıllar uluslararası havayollarında çalışmanın vermiş olduğu kısıtlamasız seyahat etme imkânı ile dünyanın pek çok ülkesini gezip görme şansım oldu. Sonrasında da, bu özgürlük duygusu bende ufak çaplı bir bağımlılığa neden oldu ve her fırsatını bulduğumda seyahat programları yapar oldum. Pandemi süreci öncesinde aşağı yukarı her ay bir uçak yolculuğu yapmaya çalışırdım. En çok da, uçağa biner binmez burnuma dolan taze demlenmiş kahve kokusuydu beni mutlu eden. Dedim ya, seyahat etme bağımlılığı var bende.
Covid-19 elbette ki herkesi farklı bir şekilde üzdü, yordu, kırdı… Kimisi sağlığından oldu, kimisi sevdiklerini kaybetti, küçük çocuklar arkadaşlarından, yaşça daha büyük olanlar torunlarından ayrı kalmak zorunda kaldı. Bana bu süreçte huzursuzluk veren pek çok şeyin yanı sıra, en çok rahatsız eden şey özgürlük duygumun elimden alınması oldu. Evet, farkındayım her şey için şükretmek, her koşulda halimize razı olmak gerekir, ama seyahat edememek beni son derece rahatsız etti – bunu da söylemeden edemeyeceğim.
Zaman su gibi akıp geçti ve bir de baktım ki tam 1,5 senedir uçağa binmemişim. Bir anda bu süre gözüme o kadar uzun göründü ki, aklıma ilk gelen düşünce, “tekrar bindiğimde korkar mıyım acaba?” oldu. Düştüğüm duruma bakın! Nihayet, Mayıs ayının ortasında kısa bir uçak yolculuğu yapmaya karar verdiğimizdeyse, plan o kadar kısa sürede gerçekleşti ki, heyecanlanmaya, gün saymaya fırsatım dahi olmadı. Bir anda kendimi İstanbul Havalimanında buluverdim ve sanki daha geçen hafta seyahat etmişçesine rahat adımlarla, kendimden gayet emin bir şekilde kontuara doğru ilerlemek beni hem sevindirdi, hem de şaşırttı.
Tabii ki tezatlar da yaşandı: Havaalanının içinde mesafenizi 1,5 metreye fikslemişken, uçağa bindiğiniz anda herkesin dip dibe oturması gülünçtü. Tabii ki uçağa adım atar atmaz gözlerim ve burnum çok şeyi aradı: Girişte dağıtılan gazeteleri, mis gibi kahve kokusunu, içkilerle dolu şıngır şıngır abayı (Bloody Mary içmeden nasıl seyahat edilir ki?), yemek servisini (tavuk mu istersiniz yoksa makarna mı?), Duty Free alışverişi, ilk dağıttıkları anda ellerinizi cayır cayır yakan ve anında buz gibi soğuyuveren ıslak havluları. Ve tabii en önemlisi: Maskesiz, derin nefesler alarak seyahat edebilmenin özlemiydi uçağı dolduran. Onun dışında her şey eskisi gibiydi ve bildiğimiz “normale” adım adım yaklaşmak içimi sevinçle doldurdu.
Demem o ki, bazen eskiye nasıl dönebileceğimiz düşünüyoruz ya… Sırf bunu düşünmek bile strese neden oluyor ya… Hiç endişelenmeyin bence, eski alışkanlıklarınız sadece bir adım uzağınızda. Sizi mutlu eden şeylere geri dönebilme fikri mutluluğu içinde barındırıyor zaten.
Comments