top of page

Urla enginarı, toprak bağı ve yüzde bir



(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)


Geçtiğimiz hafta birkaç önemli neden birleşince, Covid -19’a rağmen ve tüm tereddütlerimizi yenerek, dört günlüğüne İstanbula uçtuk eşimle.


Kırk iki yıldır ayrı kaldığım ama senede en az dört kere ziyaret ettiğim İstanbulu iki yıllık mecburi bir pandemi ayrılığından sonra tekrar gözlemleyip de bir şeyler yazmamak olmazdı. Yazdım, başlayalım.


İstanbuldan dönüp de trafiğinden bahsetmeden bir yazı yazmak geleneklere ters düşer. Bugüne kadar Tel Aviv’de yaşayan birinin İstanbul’daki inanılmaz yoğun trafiği görüp de kendi şehrinden utanmaması mümkün değildi. Ama artık değil. Gururla açıklıyorum:


Trafik sıkışıklığında bir Tel Avivli olarak artık İstanbul’un gerisinde değiliz! Yakaladık onları! Gökdelenlerimiz ve bisiklet yollarımız artıp, altyapı aynı kaldıkça yakında İstanbul’u da sollarız, üzülmeyin hemşerilerim.


Ancak trafik kuralları bizden biraz farklı dört gün kaldığım bu şehirde. Bariz, belirgin öncelikler var.


En üst öncelik Mercedes, BMW, Rover tipi cipi olanların.

İkinci sırada genelde Arap turistlere servis veren siyah Mercedes transporterler.

İlk sıradaki otoların sedan tipleri üçüncü önceliğe sahip.

Onları Avrupa markaları takip ediyor.

Son sırada da Japon ve Koreli otolar var.

Yayaları mı sordunuz? Onlar klasmana dahi giremiyor.


Yaya geçitleri ve ışıklar tavsiye mahiyetinde olduğundan yayaların dikkatli olması gerekiyor. Nitekim ben yeni yer ve kurallara çabuk alıştığımdan Nişantaşı’nda bana yanan yeşile rağmen duraklayıp soluma baktığımdan acelesi olan bir beyaz Mercedesten sadece sürat rüzgarından zarar görmekle kurtuldum. Yoksa bu satırları Acıbadem’den de yazmak vardı.


Tatlar ve fiyatlar; onların karşılaştırmasını yapmadan da bir Tel Avivli İstanbul’u yazamaz.

Eşimle Teşvikiyedeki Saray Muhallebecisine gittik her zamanki gibi. Saray tüm İstanbul ziyaretlerimizde bir “olmazsa olmaz”dır çünkü.


Nefis bir profiterol ve ondan da nefis bir tavukgöğsünü ve bir şişe suyu paylaştık. Hesap 45 TL tuttu. Karşılığı 15 şekel. Aynı bizim Ramat Avivdeki Arcaffe fiyatları.


Bizim Arcaffe’de de bir şişe suya 15 şekel ödüyoruz. Tek ufacık fark -eğer olsalardı- profiterol ve tavukgöğsü için extra fark ödemeniz gerektiği. Eh, o kadar kusur kadı kızında da bulunur.


Taksi bulmak çok zor bazan da olanaksız oldu kaldığımız sürece. Ancak taksi şoförlerini de anlıyorum. Burasıyla farklar olağanüstü. Elmadağ’dan İstanbul havaalanına 40 dakikada gittik. Kaç kilometredir bilmiyorum ama yol uzun, bayağı uzun ve açık, trafiksiz. 150 TL yani 50 şekel ödedik.


Dönüşümüzde Ben Gurion havaalanından Ramat Aviv’deki evimize ise 180 şekel ödedik. Süre daha kısa, kilometraj ise çok çok daha az olmasına rağmen. Akıl almaz bir fark!


Bu arada yakınlarımızla da bol bol sohbet etme imkânımız oldu. Ailemize yeni katılan kırklı yaşlarında bir yakınımız seneler evvel yurt dışında bir sene kalmış ve dönmüş Türkiye’ye. Neden döndüğünü sorduğumda “Ben Türk yemeklerini yiyemiyeceğim bir ülkede yaşayamam” dedi.


Son yıllarda televizyonlarda küresel çapta bu kadar popüler olmuş yemek programlarını düşününce yakınımızın belki çok da haksız olmadığını düşündüm.


Gerçekten de İstanbul Havalimanı yakınlarında Karadeniz sahilinde yediğimiz lüfer, Saray Muhallebecisinin bahsettiğim tatlıları, THY’nın kılıç şişi nefisti.


Aynı yakınım Urla enginarlarına olan düşkünlüğünden sözetti. Demek ki insanı doğduğu toprağa bağlayan -sübjektif ama haklı olabilecek- nedenler arasında bir Urla enginarı dahi olabiliyor.


Şimdi nihayet başlıktaki Urla enginarı ve toprak bağı yerini buldu, anlaşıldı. Peki, yine başlıktaki “Yüzde bir ne?” diye soracaksınız, biliyorum. Açıklamaya çalışayım toprak bağından hareketle.


Geçenlerde elime resmi bir statistik geçti. Tekrarlıyorum devletin resmi statistiği.

Bundan takriben yüzyıl önce 1925 yılında yapılan bir nüfus sayımı şöyle diyor:


İstanbulda yaşayan nüfusun 700 bini kendini Müslüman, 180 bini Rum, 70 bini Ermeni ve 60 bini de Yahudi olarak tanımlamış.


Bugün -aritmetiğimizi kolaylaştırmak için- İstanbulda en az 14 milyon Müslüman ve buna karşılık 12 bin Yahudi yaşadığını kabul etsek, demek ki geçen yüzyılda Yahudi nüfusu Müslüman nüfusa oranla yüzde bire düşmüş. (Müslüman nüfus 20 misli artarken Yahudi nüfusu beşte bire inmiş).


Oran olarak, toprak bağına rağmen, Yahudilerin nüfusu yüzde doksan dokuz inmiş, yüzde bire düşmüş.


Öte yandan İstanbul manzara olarak- onu feci çirkinleştiren Ritz Carltona rağmen- dünyanın en güzel şehirlerinden biri, belki de birincisi olarak kalacak yine de, içinde her kim yaşasa da, yaşamasa da.

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page