Oskar filmleri her zaman beklenenin ters köşelerinde seyir etmesiyle ünlü. Bu seneki sonuçta bu çıktıdan uzak olmadı ve aday gösterilen onca film arasından tüm heykelcikler Everything Everywhere All At Once ‘a gitti.
Ben sizlere 95. Oscar Ödülleri'nde 9 dalda aday olup hiçbir ödül alamayan bir filmin yorumlarını yazacağım.
Filmin Konusu; İrlanda’nın batısında bir adadaki iki yakın arkadaşın, Pádraic (Colin Farrel) ve Colm (Brendan Gleeson) ilişkisi. Arkadaşlardan birinin bu dostluğu artık devam ettirmek istememesi üzerinden gelişen olayları aktarıyor. 1923'te İrlanda'daki iç savaş döneminde geçiyor. Acı verici bir deneyimi dramatize ediyor. Pádraic, arkadaşı Colm'un dostluklarına aniden son vermesiyle yıkılır. Pádraic, kız kardeşinin (Kerry Condon) ve sorunlu genç bir adalının ( Barry Keoghan) yardımıyla, zarar görmüş ilişkiyi ne pahasına olursa olsun onarmaya koyulur.
Müthiş bir basitlikle hatta çocukça bir alt yapısı olsa da filmde karanlık dramaların ustası yönetemen Martin McDonagh örüntüyü oldukça sadelikle derinleştirmeyi başarmış. Kara komedi ustası yönetmenin diğer bilinen yapıtları “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri” (2 dalda Oskar almıştı)ve “Seven Psychopaths”
Zaman zaman kahkahalarla gülünç olsa da dramı iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Pádraic, Colm'a neyi yanlış yaptığını söylemesi için yalvarır ve Colm, Pádraic'in yanlış bir şey yapmadığını sakince yanıtlar. Yıllarca birlikte günlük bar ziyaretlerinden sonra Colm, Pádraic'ten onu rahat bırakmasını ve onunla bir daha asla konuşmamasını ister. Colm, sadece on iki yıl yaşayacağına inandığı hayatının geri kalanını felsefi sorularla varoluşunun anlamını incelemeye adamak istediği için bu ilişkiye artık vakit harcamak istememektedir. Dünyada bir iz bırakmak, keman çalarak müzik bestelemek ister. Pádraic ise, köyün iyi adamlarından birisidir ve müzikten anlamaz, inekleri, eşeği ve atıyla ilgilenir. Kendi etrafındaki insanlara iyi davranmanın önemli olduğuna inanır ve insanların sadece iyilikleri ile hatırlanacağını iddia eder.
Filmin adındaki Inisherin bir ada ama gerçek bir yer olmadığını belirtmek gerekir. Yönetmenin Covid zamanında hayalinde yarattığı bir mekan aslında. Burayı canlandırmak için film iki ayrı yerde çekildi. İlk olarak İrlanda'nın batı kıyısındaki Aran Adaları takımadalarının en büyük adası olan Inis Mor'da çekildi. Bölge, dini sit alanları, kıyı manzaraları ve anıtlarıyla tanınır ve bu konum genellikle Pádraic ve Colm'un sohbetleri için fon görevi de görmüş. İkinci konum Achill, İrlanda; yine batı kıyısının açıklarında.
Banshee kelimesi ise İrlanda kültüründe çığlıkları ve ağlamaları bir ölümün habercisi olarak kabul edilen dişi ruhlara verilen isim. İnanışa göre gece bir Banshee’nin ağlamasını duyan bir kişi yakında ailesinden birini kaybeder. Filmde Banshee’ye atfedilen karakter Bayan Mccormik. Ada sakininin “cadı” olarak tanımladığı Mccormik, istenmediği zamanlarda ortaya çıkan ürkütücü bir tip ve gelecekteki ölümlerden bahsederek ortamı oldukça geren bir seyir izliyor.
Oldukça etkileyici manzaraların arasında gelişen olay ilerleyen sahnelerde kara mizaha teslim oluyor. Colm beste amacına ulaşma konusunda o kadar ciddi ki, durumu düzeltmek için sürekli peşinden koşturan Padraic’e uyarı niteliğinde bir konuşma yapıyor. Bundan sonra yanına gelip kendisiyle konuşmaya çalışırsa keman çaldığı elindeki bir parmağı bahçe makasıyla keseceğini söylüyor. Bu olay ikinci kez olursa bu sefer dört parmağını keseceğini ve de onun yüzünden artık keman çalamayacağını sert bir dille ifade ediyor. Padraic saflığından arkadaşının kendisine bu denli büyük bir zarar vereceğine inanmadığı için Colm’la iletişim kurma çalışmalarına devam ediyor ama çabaları işe yaramadığı gibi Colm da sözünü tutuyor ve dediğini yapıyor. Çok sert ve acımasız Colm’a film ilerledikçe bazen hak verdiğimiz de oluyor. Yer yer arkadaşına karşı hala sevgi ve merhamet hissettiğini görünce de dengesiz diyebiliyorsunuz.
Yönetmen Covid döneminde bu senaryoyu oluşturmuş ve altında çevremizdeki dünya büyük ölçekte bir felaketle savaşırken hepimiz kendi kişisel meselelerimizle uğraşması var. Filmde de adanın dışındaki ana karada iç savaş devam ederken, ada sakinleri bu kargaşadan yalıtılmış bir ortamda kendi meselelerine odaklandığını görüyorsunuz.
İrlandalı oyun yazarı Martin Mcdonagh’nın sinemaya adım attığı ilk uzun metraj filmi 2008 yapımı…
“In Bruges”, izleyici tarafından çok sevilmişti. Filmin tekniği, görselliği hatta müzikleriyle ön plana çıktıysa da zekice yazılmış senaryosu çok zaman konuşuldu. Ayrıca yönetmen İrlanda asıllı aktörler Colin Farrell ve Brendan Gleeson ikilisiyle çalışmayı çok sevmiş olacak ki dördüncü filmi “Banshees of Inisherin”de 14 yıl sonra yine onlarla çalışmış.
Filmin başında çok saf ve kendini çok “iyi” bir insan olarak tanımlayan Padraic, hikâye ilerledikçe amaçları uğruna insanlara kolayca yalan söyleyebilen, “kötü” bir adama dönüşüyor. Önce mecburen kız kardeşinden ayrılıyor, sonra da Colm’un kesik parmakları yüzünden boğularak ölen evcil eşeğine veda ediyor. Bu durum Padraic’de büyük bir farkındalık ve değişime sebep oluyor ve intikamla ödeşme duygularıyla gözü hiçbir şey görmüyor.
114 dakika süren filmde doğruları ve yanlışları, hataları ve sevaplarıyla iki İrlanda ada köylüsünün hikayesini eşsiz görüntüler ve komik diyaloglar ile izliyor, iki taraf ile de zaman zaman empati yapar oluyorsunuz.
Seyretmeniz konusunda ısrarcı olamam ama kara mizah konusunda açık fikirliyseniz kaçırmayın. Fragmanı buraya bırakıyorum,izleyip siz karar verin derim.
Comentários