(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Türkiye’nin İsrail’i resmen tanıdığı 1949 yılından bu yana diplomatik, ticari ve turistik ilişkilerin hiç bu kadar yerlerde süründüğü, hasmane demeçlere yol açtığı ve Meclis kürsüsünden “Anadolu topraklarına tehdit” olarak tanımlandığı bir dönem olmamıştı. Hatta 1980 darbesi sonrasında dahi diplomatik düzeyin en alta indirilmesine rağmen ticaret durmamış, medya bugünkü oranda İsrail düşmanlığını abartmamıştı.
İlişkilerin eskisi gibi canlı ve olumlu olmasını arzu eden Türk ve İsrail vatandaşlarına yüksek nispette kötümserlik hakim. Yapılan küçük anketlerde uçak seferlerinin ve ticaretin yeniden başlamasının uzun yıllar alması, neredeyse bu durumun artık hiç değişmeyeceği, öngörülüyor.
İşin temeline inelim: Türkler ve Yahudiler (gerek “millet” ve sonra TC vatandaşları, gerekse İsrail vatandaşları) arasında tarihsel husumet var mıydı? Yani Rumlar (Yunanlılar) ve Ermeniler gibi Anadolu topraklarının kadim halkları misali Türklerin (Osmanlıların) egemen üstünlüklerine tehdit oluşturdular mı geçmişte? Veya Kürt bölgeleri gibi çoğunluk oldukları yerlerde özel haklar isteme noktasına geldiler mi?
Türkler hiçbir zaman Yahudiler ile kavgaya tutuşmadılar. Aksine tarihte birkaç kez iki halk bir araya geldi ve birbirlerinden etkilendiler.
1) Hazar Türklerinin bir kısmının Yahudiliği benimsemesi (8-9ncu yy) - OrtaAsya Türk boylarından olan ve adlarını Hazar Denizine veren devletin başı Kağan, Dağıstan Yahudilerini davet edip tek tanrılı dinlerden Yahudiliği seçiyor ve ardından kavminin büyük bir kısmı onu takip ediyor. Sonradan tarihten silinmelerine rağmen Hazar’lıların Aşkenaz (Orta ve Doğu Avrupa) Yahudilerinin kökenleri olduğu iddiası 20ncı yüzyıla taşındı (Arthur Koestler - 13. Kavim - 1976). Bugün artık pek revaçta olmayan bu kuram tarihte ilk Türk-Yahudi buluşmasının simgesi (bakın: Ukrayna Yahudilerinin Kökenleri Hazar Türk Boyları mı? 29 Mart 2022).
2) Sefarad Yahudilerin Osmanlı’ya Kabulü (1492) - İspanya’dan kovulan Yahudilerin Sultan 2. Bayezit tarafından imparatorluğa davet edilmeleri ve sonradan Kanuni devrinde diplomasinin üst kademelerine (Naxos Dükü) yükselmeleri tarihte “ikinci buluşma” olarak adlandırılıyor.
3) Selanik’de Dönme Etkisi (19. yy) - 1650’lerde İzmir’den yetişen Sabetay Tzvi mistisizme gönül verir, Mehdiliğini ilan eder fakat bu durumu onaylamayan Yahudi Cemaati ile ilişkiler gerilir. Şikayet üzerine zamanın Osmanlı yönetimi Sabetay’ı celp eder ve “tebası arasında nifak sokuyor” suçlaması ile ya kellesini ister, ya İslamiyeti kabul etmesini. Tzvi ve onu takiben onbinlerce Yahudi haricen Müslüman olurlar fakat geleneksel Yahudi adetlerini devam ettirirler (Dönme adıyla). Selanik Yahudilerinin önemli kısmı Dönmeliğe geçer ve kent 19. yy sonlarında Rumeli’nin Avrupa’ya dönük parlayan yıldızı olur. İttihat ve Terakki kuruluşuna yön verirler, Osmanlı’nın son dönemini ve Cumhuriyet kadrolarını kısmen etkilerler.
4) Atatürk’ün Alman Yahudi Profesörleri Daveti (1933-34): Yüksek eğitim reformuna destek vermek üzere Atatürk, Nazi Almanya’sından kovulan Yahudi profesörleri Türkiye’ye davet eder ve 1945’lere kadar kalan grup modern üniversitelerin kuruluşuna öncülük eder.
Tarihsel etkilenmelerin olumlu seyri Cumhuriyetin Yahudi vatandaşlarına haksızlık ettiği Trakya Olayları (1934) ve Varlık Vergisi (1942) olaylarını unutturamaz. Dönem hükümetlerin bu kararları almasında Yahudilerden gelebilecek tehditler değil, Berlin’e mesaj gönderme ihtiyacı ön plandadır.
Bu yakınlaşmalara rağmen nerden kaynaklanıyor son yılların antisemitizme varan İsrail düşmanlığı?
A) Ümmet dayanışması çerçevesinde İhvan’cı refleks - Türkiye “Filistin Davası” nı her zaman destekledi. 2023-24’ü diğerlerinden ayıran etken AKP’nin Müslüman oylarına talip olan Yeniden Refah Partisi’nin (Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih liderliğinde) Mart 2024 yerel seçimlerinde % 6,2’lik başarısıdır. Erdoğan 2nci partiliğe itilir ve hemen ardından Yeniden Refah’ın ana talebi olan İsrail ile ticaretin kesilmesine onay verir. Erdoğan’ın İhvan felsefesine gönül vermesi de önemli etkendir.
B) Medyanın hemen tamamının hükümet kontrolüne girmesi - İsrail ile geçmiş gerilimlerde tek tük de olsa gerçekleri yazan ve yayınlayan kanallar vardı. Bugün, belki Yılmaz Özdil (seküler Kemalist) haricinde hiç kimse korkudan sesini çıkaramıyor.
C) Milliyetçi cenahın ülkeyi askeri açıdan gayet güçlü addetmesi ve Ortadoğu’nun “en kuvvetli ordusu” iddiasını sürdürmesi - Türkiye’de milliyetçi partiler her zaman % 20-25 oy almayı başardılar. Geçmiş başbuğlardan Alpaslan Türkeş’in İsrail’i savunan ve “aramızda sıkıntı olmamıştır” açıklamasına rağmen milliyetçilik damarı yükselen Türklerde “bölgede rakip tanımayız” tutumu baskındır.
D) Seküler kesimin insancıl dayanışması - Kendini aydın ve laik tanımlayan kesimin Gazze’de oluşan sivil ölümlerin kabahatlisi olarak yalnız İsrail’i görmeleri ve medeni addettikleri bir toplumun zafere ulaşmak için göze aldıkları tahribatı uzaktan red etmeleri.
Böyle devam eder mi? Değişim olasılığı var mı?
Var! Yukarıda sıraladığımız nedenlerin ardında Türkler ve İsrail’lilerin karşı karşıya gelip birbirlerini vurmaları yoktur (Mavi Marmara olayı olağandışı idi ve hükümet dahi ölenler için “bizden izin mi aldınız?” dedi). Husumet siyaseti büyük çapta Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sinyal alıyor ve seküler muhalefeti bastırmak için İsrail düşmanlığını koz olarak kullanıyor.
2028 seçimlerinde AKP iktidarı kaybederse ortam değişir. CHP’in İsrail’e tepkisi büyük çapta Batı Avrupa sosyal demokrat partilerinkine benziyor. Hükümeti oluşturacak çoğunluğu bulurlarsa ticaret de açılır, uçak seferleri de…
Eğer Gazze’de ateşkes ilan edilirse ve Lübnan’da Hizbollah’a karşı operasyonlar yavaşlarsa Ankara, biraz da Washington’un ve hatta Riyad’ın telkinleriyle, tutumunu değiştirebilir. Olası İsrail - Suudi Arabistan yumuşaması Türkiye’ye de olumlu tesir eder.
Bu iyimser görüşüme ters düşecek bir gelişme de İran’ın elini güçlendirmek için Erdoğan’ın depodaki S-400’leri Tahran’a göndermesidir. Rusya ve ABD’nin karşı olmalarına rağmen Recep Tayyip bu çılgınlığı göze almak ister mi?
Kötümser okurlarıma mesajım: Bir yıldan bu yana depresif halimizi hatırlayın, 12 ay içerisinde stratejik açıdan bu noktaya gelinebileceğini öngörür müydünüz?
Şimdi 12 veya 24 ay sonrasına odaklanın. Türkiye’de koşullar değişemez mi?
RALF ARDİTTİ
Comments