top of page

Taliban ve İsrael’in bölgesel caydırıcılığı



Bir dönem İsrael Büyükelçisi olarak görev görmüş olan Namık Tan, Afganistan’daki son gelişmelerle ilgili bir yazısında (*), 1978 yılında Başbakan Bülent Ecevit’in Sovyetler Birliği ziyaretinde mücahitlerin isyanını bastırmak için Afganistan’a müdahale eden Sovyet lideri Aleksey Kosigin’e; Neden müdahale ettiklerini sorduğunda sarkastik bir ifadeyle; “Ülkeyi 12. yüzyıldan 16. yüzyıla getirmeyi amaçladıkları” yanıtını aldığını aktarır.

1979 yılından 1989 yılına kadar Sovyetler Birliği 10 yıl ABD ve Suudi Arabistan tarafından da desteklenen Afgan mücahitlerine karşı savaşır ve yenilgiyi kabul ederek geri çekilmek zorunda kalır. Sovyet uçaklarını ilkel uçaksavarlar ile düşüren mücahitlerin görüntüleri komünist rejimin aczini sergilemekteydi.

Sovyetler Birliği, Afganistan’ı 12. yüzyılın karanlığından çıkaramadı. Ancak Sovyetlerin on yılda edindiği bu dersi ABD ve müttefiklerinin anlamaları 20 yıl alacaktı.

Taliban nasıl kuruldu?

Arapça talip (öğrenci) kelimesinin çoğulu Taliban (öğrenciler) adını benimseyen örgüt, ülkenin güneyinde Molla Ömer Ahund liderliğinde yaklaşık 50 medrese öğrencisiyle birlikte 1994’te kuruldu. Kurulduktan birkaç ay sonra savaşçı sayısı 50 bini buldu. Kuruluş felsefesi Afganistan’da İslam’a dayalı bir yönetim getirmek olarak tanımlandı.

ABD’nin müdahalesi

11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide militanlarının ABD’deki İkiz Kulelere düzenlediği saldırı sonrasında, saldırıdan sorumlu tutulan örgütün militanlarının, ABD’nin tüm ısrarına rağmen Taliban tarafından teslim edilmeyişi, önce Amerikan kuvvetleri önderliğinde, ardından ise NATO güçleri tarafından Afganistan’a müdahalede bulunmasına vesile oldu.

Aralık 2001'de Taliban yönetimi devrildi ve Afganistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Bu tarihten sonra ise Taliban tarafından bir ayaklanma başlatıldı.

Geçtiğimiz hafta ABD’nin Afganistan’dan askeri güçlerini çekmesi ve Taliban’ın bütün ülkenin idaresini ele geçirmesi sonucu yaşanan insani dram ve sarsıcı görüntüler dışında mevcut durumdan çıkarılması gereken bazı dersler var.

ABD caydırıcılığını yitirdi

Gelişmeleri ABD açısından değerlendirecek olursak Afganistan’da yaşanan felaket, ülke içinde ve ulusal planda Amerika ve Biden’ın ciddi şekilde prestij yitirmesine yol açtı.

Batı normlarının ve demokratik değerlerin dayatma ile üçüncü dünya ülkelerine empoze edilemeyeceği anlaşıldı. Geçmişte zoraki demokrasi girişimleri adına düzenlenen seçimler Mısır’da olduğu gibi Müslüman Kardeşlerin, Gazze’de Hamas’ın iktidara gelmesine neden oldu. Irak müdahalesi de tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Son acıklı örnek ise Afganistan’da yaşandı.

Türkiye yönünden

Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Taliban yöneticilerinin yaptığı itidalli ve ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşıladığını” ve ülkenin geleceğini konuşmak üzere Taliban yöneticilerini kabul edebileceğini ifade etti.

Yukarıda sözü ettiğimiz makalede Emekli Büyükelçi Namık Tan; Türkiye’nin Afganistan’daki çeşitli etnik gruplar arasında mevcut husumetlere taraf olmaktan kaçınmasını önermekte ve şu görüşü ileri sürmektedir: “Türkiye ne Taliban’ı ne Afganistan’ı kontrol edebilir, veya değiştirebilir. Ancak fazla içli dışlı olunursa Taliban etkisi Türkiye’yi değiştirir.”

İsrael’de bu hafta içinde gerçekleşen Yunanistan, Kıbrıs ve İsrael dışişleri bakanları toplantısında ise Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Taliban’ın Türkiye’yi doğal müttefik olarak gördüğünü belirtti.

İran Faktörü

Afganistan’daki rejim değişikliğinin bölgesel etki ve sonuçlarını anlamak için durumu İran faktörüyle birlikte değerlendirmek gerekir.

1994 yılında Taliban hareketinin ortaya çıkışı İran nezdinde artan bir endişe yarattı. Çünkü bu askeri güç hem katı Sünni İslamcılık ideolojisine sahipti, hem de İran’ın düşmanı olan ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından desteklenmekteydi. Afganistan kaynaklı göçmenler ve uyuşturucu kaçakçılığı İran’ın güvenliğini ciddi olarak tehdit etmekteydi. 1998 yılı Eylül ayında Taliban’ın Mezar-ı Şerif’i ele geçirerek İranlı diplomatları ve yüzlerce Şii’yi katletmesi İran’ı Taliban’a karşı cephe almaya yöneltti.

Böylece İran’ın Afganistan’a yönelik dış politikası Sovyet işgali dönemi tepkisizliğinden, Şiilere yönelik katı bir ideolojik yaklaşım sonucunda artan müdahaleciliğe geçti.

İsrael yönünden

İsrael Afganistan’daki müttefik güçlere bir milyar dolar civarında bir silah satışı vardı. Bu pazarı yitirdiği ortada, ancak konuya bölgesel güvenlik açısından yaklaştığımızda şu tespitlerde bulunmamız mümkün.

İran bölgesel güç olma konusunda İsrael’i önemli bir engel olarak görmekte ve Ortadoğu’da Hizbullah gibi Şii oluşumların yanı sıra Müslüman kardeşlerin bir uzantısı Sünni bir terör örgütü olan Hamas’ı da desteklemektedir. Amacı, İsrael’i her yönden kuşatmaktır.

Bu durumda İran’ın ideolojik düşmanlıkları bir kenarda bırakarak Afganistan’daki köktendinci İslami rejim ile iş birliği içinde bulunması reel politik bir yaklaşım ve olasılık olarak belirmektedir. Hamas’ın Taliban rejiminin başarısını da övgü ile karşıladığını not olarak düşelim.

Bu durum İsrael için artı bir tehdit unsuru oluşturur mu?

Ülkede İslami rejimi tesis etmeye çalışacak olan Taliban’ın yakın vadedeki hedefinde İsrael’in yer almayacağını düşünebiliriz. Nitekim Irak Şam İslam Devleti (IŞID)in de hedefinde Suriye’deki Şii güçleri ve Kürtler yer almış, İsrael’e ilişmemişti.

ABD’nin arkasında derin bir kaos bırakarak yirmi yıldır süren savaşı tam bir başarısızlıkla sonlandırıp Afganistan’dan çekilmesi bu süper gücün bölgede ve dünyadaki caydırıcılığını tamamen ortadan kaldırmış, İsrael açısından da İran tehdidine karşı Amerika’ya fazla güvenilmemesi gerektiğini ortaya koymuştur. İsrael bu durumda kendi caydırıcı gücüne güvenmek zorunda…

Bennett- Biden zirvesi bakalım ne gibi sinyaller verecek.


(*) yetkinreport.com, 19.Ağustos.2021

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page