Arkadaşım Gali, Izhak Ben-Zvi (ybz.org.il) organizasyonunda görevli olarak çalışıyor ve gezmeyi çok sevdiğimi bildiğinden, bana 6-13 Mayıs tarihleri arasında yapılan Yom Yeruşalayim haftası etkinliklerinin linkini attı. Her sene, tur başına cüzzi bir bedel karşılığında (10 şekel) şehir hakkında daha derinlemesine bilgi edinme amaçlı turlar düzenliyorlar. Geçtiğimiz dönemlerde koronadan dolayı yapılamayan turlar, bu sene 240 farklı noktada 6500’den fazla merkalıyı gezdirdi. Nice keyifli turlardan kendimce ilginç olan bir tanesine (keşke daha fazla olsaymış dedim günün sonunda) katıldım. Yeruşalayim’in bilmeden asla keşfedemeyeciğiniz bir mahallesine daldım. Nahlaot, şehir içinde adeta bir köy, İsrael'in SoHo'su.
Hem gördüklerim ve öğrendiklerim, hem de İbranicemi geliştirmek adına çok verimli bir gün oldu.
Nahlaot, Yeruşalayim’in merkezinde, dar, dolambaçlı sokakları, eski tarz konutları, gizli avluları ve birçok küçük sinagogu ile bilinen Eski Şehrin duvarlarının dışında bulunan, Mahne Yehuda ve Even İsrael’ide içine alan 23 avlu şeklinde sıralanmış mahalleden oluşmakta. Mahalle ismini İbranice Nahala, (çoğul olarak Nahlaot), miras veya mülk kelimesinden almış.
1860'a kadar Yeruşlayim’in sakinlerinin neredeyse tamamı, duvarlarını Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Eski Şehir'de yaşıyordu. Eski Şehir'deki kalabalık koşullar, halkı duvarların dışında konut çözümleri aramaya yöneltti ve Osmanlı Türk yönetimi altında 19.yy sonlarından itibaren yeni mahalleler inşa edildi.
1864'te duvarların dışındaki tek binalar Mishkenot Sha’ananim, Montefiore Yeldeğirmeni, Rus Kompleksi ve Haç Manastırı iken I. Dünya Savaşı'nın başlangıcında, çoğunlukla Jaffa Yolu boyunca, Mea Shearim bölgesini de içine alan birçok mahalle kuruldu. Nahlaot'a, Yemen’den, İran, Irak ve Suriye’den gelenlerle Yeruşalayim sahip olduğu Ortodoks kültürünü zenginleştirdi.
Nahlaot’un içinde, hem Eşkenaz (Doğu Avrupalı) Yahudilerine hem de Sefarad (Batı Avrupalı ve Arap Yarımadası. Afrika) Yahudilerine ait bir çok mahalle bulunuyor. Mishkenot Yisrael (Eskenaz), Ohel Moshe(Sefarad), Mazkeret Moshe, Zichron Yosef, Sukkat Shalom, Zichron Yaakov, Shevet Ahim ve Nahalat Ahim… Dar ve sessiz sokaklarda dolaşırken, içinde yaşayanların, kokuların ve seslerin, dillerin değişimini deneyimleyecek ve bu zıtlıkların sorunsuz bir şekilde müthiş bir mimari ile harmanlanmış olduğuna tanık olacaksınız. Hazine avı tadında son derece unutulmaz bir deneyim yaşayacağınza emin olabilirsiniz.
Bu kadar farklı kültür bir arada olunca, dini ibadet için kurulan sinagog yoğunluğu da dikkat çekici. Bu gün sayıları 300’den 100’e inmiş olsa da, bazılarının büyüklüğü bir odayı geçmese de, her birinin bambaşka hikayesi var. Tabii ki, her ibaddethanden yükselen kendilerine özgü dua ve ilahiler mahalleyi daha da farklı kılıyor. Sonuç, dinsel bir dokunuşa sahip bir yaratıcılık cenneti. Bu sinagoglardan en meşhuru Ades Synagogue, Halep cemaatine ait.
Rehperimiz Akiva oldukça sempatik ve bilgili biriydi. Yol boyunca bize hem sorular sorarak düşünmeye sevk etti, hem de mahallenin karakterini anlamamız için bize önemli kişilerin yaşadığı binaların hikayelerini detaylıca anlattı. Eski İsrael Başbakanı Yitzhak Navon, Ohel Moshe’de büyümüş, şarkılarıyla unutulmaz olan Banai Ailesi’de Nahlaot’un ünlülerinden. Ayrıca “Haphishane Rabisi” olarak anılan Aryeh Levin’de bu mahallenin ilginç karakterlerinden. Hepimizin çokça alışveriş yaptığı market zincirlerinin sahibi Rami Levy’de gene bu mahelleden. Ayrıca Gerard Behar Center, eski adıyla Beit Ha'Am, Nazi subayı Adolf Eichmann davasının görüldüğü binaydı, ve bu gün sanat merkezi olarak kullanılmakta.
Mahalleye hakim olan eski dindarların nesli geçtikçe, Nahlaot’a sanatçılar, müzisyenler dolmaya başladı. 1980'lerde, konum açısından potansiyeli göz önüne alındığında bölgeye Yeruşalayim belediyesi para dökmeye ve mahalleyi soylulaştırmaya başladı. Ortam çehresi değişerek restoranlar, sanat galerileri, sanatçıların ve zanaatkarların mallarını sunduğu birçok mağazanın bulunduğu bir mahalleye dönüştü. Nahlaot kendine has bir değişim geçirmiş olsa da, tam da soylulaştırmadan nasibini almamış. Hala eskiler ve yeniler bir arada yaşamını sürdürebiliyor.
Soylulaştırma, derken İngilizce "gentrification" kelimesinin karşılığı olan ve Türkçede seçkinleştirme, burjuvalaştırma, nezihleştirme, kibarlaştırma, vb. kullanımları da olan "soylulaştırma", kısaca orta ve üst sınıfların dar gelirlilerin yaşadığı, kent merkezlerindeki semtlere yerleşme süreci olarak tanımlanmaktadır.
Soylulaştırma, dar gelirlilerin yaşadığı, kent içerisindeki köhneleşmekte olan konut alanlarına, daha üst sınıfların yerleşmeye başlaması süreci olarak tanımlanmaktadır. Değişimin gerçekleştiği mahallelerde, bir taraftan eski ve bakımsız kalmış konutların yenilenmesiyle gözle görülür fiziksel iyileşmeler yaşanırken; diğer taraftan eski sakinlerin, yerlerini biraz da gönülsüz olarak sonradan gelenlere bıraktığı, literatürde yerinden edilme (displacement) olarakta adlandırılıyor.
Soylulaştırma ilk olarak, 1950’li ve 1960’lı yıllarda Londra ve New York gibi şehirlerinde karşımıza çıkıyor. İstanbul ise soylulaştırmayla 1970’li yılların sonlarına doğru tanışıyor. 1980’lerde Boğaziçi (Arnavuktöy, Ortaköy ve Kuzguncuk), 1990’larda Beyoğlu (Cihangir, Galata ve Asmalımescit) ve 2000’lerde Haliç (Fener ve Balat.)
Zihninize şu soruyu bırakayım, dünyada kaç şehir biliyorsunuz kendisini ve içinde barındırdıklarını “halkına” gösterme çabasını küçücük bir para karşılığı yapan? Aklım Kadıköy’e, Balat’a Beyoğlu’na kaydı. Büyük Şehir Belediyesi düşünmez mi acaba?
Sizi mahalleyi kısaca tanıtan bir videoyla baş başa bırakayım ve bu mekanı gezmeyi en kısa zamanda listelerinize eklemenizi de tavsiye edeyim… Bir de çıkışta Mahne Yehuda’ya uğramayı ihmal etmeyin. Klasik bir pazar yerinden çok daha ötesini bulacağınızdan emin olabilirsiniz.
Comments