İlgiyle izlediğim Jerusalem Post gazetesi kalemlerinden Seth J.Frantzman’ın 26 Ağustos tarihinde yayımlanan bir değerlendirmesi, „Israel-Turkey relations are back, but will they last?“ (Israel-Türkiye ilişkileri yeniden başladı, ancak ömürleri ne olacak?) başlığını taşıyordu. Çok yerinde bir sorudur bu – özellikle Ankara tarafından hoş görülen Hamas’ın Türkiye‘deki geleceği sorunsalı; iki yıl önce Israel ile barış antlaşmaları imzalamış BAE ile siyasal ilişkilere son verileceği konusundaki resmi açıklamalar; keza „Kudüs’ün kurtarılacağı“ veya Israel Devletini „Nazi Almaya’sına benzetme“ söylemleri gibi kamuoyuna yansımış olguların daha çok „taze“ olması karşılığında…
Tüm bunlar ile daha birçok ikilemin ışığında olsa gerek, Frantzman aynı yazısında Türkiye yönetiminin Israel’e yönelik davranışlarını „erratic“ (= düzensiz, değişken) olarak değerlendiriyor! Dahası, bu yeni yaklaşımlarını, sadece birkaç ay kalmış Israel seçimleriyle ilişkilendiriyor. Şöyle ki, yeni (hele Netanyahu’nun başında olabileceği) bir yönetimin, Türkiye’ye karşı bu denli „açık“ davranmayacağının kestirildiğini savlıyor Seth Franzman.
Bu yorum ve değerlendirmelerin yanı sıra, Medyascope portalının Dış Haberler Editörü Senem Görür ile 22 Ağustos tarihinde yaptığı söyleşide ( https://www.youtube.com/watch?v=NcI_8W_caAo ), değerli akademisyen kardeşim Dr. Hay Eytan Kohen Yanarocak’ın dile getirdiklerine kısaca değinmek isterim…
„Seçim yatırımı mı, sıcak para arayışı mı: İsrail ile normalleşme kararı Erdoğan'a ne kazandırır?“ başlığı altında yayımlanan, 33 dakika süreli bu görüşmede „ekonomik zafiyet“/„Körfez ülkeleriyle Arap Yarımadası’ndan gelebilecek sıcak para“/„Iran’a fren“/„güvenlikte işbirliği“/„doğal gaz boru hattı“ gibi konular ayrıntılı biçimde irdelendi, ayrıca „Washington’un yolu Kudüs üzerinden geçer” ön yargısı bile dile getirildi. Karşılıklı atanacak olan büyükelçiler sorunsalıyla da birlikte tartışılmış olan bu konulara burada değinmem, yazımızın amacıyla boyutunu aşar – ancak öncelikle üzerinde durmak istediğim, sevgili Eytan kardeşimin altını çizdiği şu tümcedir: „Türkiye, bana kalırsa son derece doğru bir karar alıp, kendi ulusal menfaatini maksimize etmek için gerekli esnekliği gösterip şu anda siyasetini başta sona değiştiriyor…”
Bu çok gerçekçi bir saptamadır – ancak Dr. Yanarocak gibi bir siyaset bilimci, “esneklik” tanımının yanı sıra çocuğun tam adını koyup, Realpolitik sözcüğünü niye dile getirmiyor acaba?
Peki, nedir „Realpolitik”? Anımsamayanlar için, gene en yalın açıklamaları getiren Wikipedia’yı yardıma çağıralım: “Realpolitik, herhangi bir ideale veya kurama bağlanmaksızın tamamıyla mevcut gerçeklere uyum sağlayarak amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak anlamında kullanılan Almanca terimdir. Bu sözcük, bir dış politika kavramı olarak İngilizce ve Türkçe de dahil olmak üzere tüm dillere geçmiştir. (…) Bu politikayı uygulayanlar kendi ülkelerinin çıkarlarını amansızca korurlar ve karşılarındakilerden de bunu beklerler. (…) Realpolitik, güçlü devletlerin politikası olmanın yanı sıra, iç kamuoyu (örn. insan hakları örgütleri, yeşiller vb. – ve tabii ki basın!) baskısından da uzak olmayı gerektiren bir politika türüdür…”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yolu yeğleyerek Machiavelli, Bismarck veya Kissinger/Nixon gibi ünlü düşünür ve devlet adamlarının izinden gitmekle, hiç kuşkusuz “doğru bir karar” (H.E.Yanarocak) vermiştir. Ne var ki, “Realpolitik” kavramını biraz daha irdeledikçe, büyük Alman düşünür, sosyolog ve siyaset bilimcisi Max Weber’in (1864-1920) konu ile ilgili bazı çıkarımlarına rastlıyoruz…
Şöyle ki, siyasetçilerin kararları, ya Töresel (=Ahlâki) İnanç Etiği (“Gesinnungsethik”) veya Sorumluluk Etiği (“Verantwortungsethik”) ışığında oluşur. Weber’e göre bunların ilki, söz konusu toplumun gelenek, görenek ve töreleriyle olağan/öğretilmiş alışkılarını içererek, yetkili kişinin aldığı kararların temellerini oluşturur. Diğer etik türü ise, töresel/alışılagelmiş normlardan daha çok somut siyasi gelişme ve durumlardan etkilenen yetkili kişinin öznel bilgi ve isteklerinden kaynaklanıyor ki, aldığı ve uyguladığı kişisel kararlar, haliyle belli bir sorumluluk içerir. – Öte yandan, Max Weber’in ("Meslek Olarak Politika" yazısındaki) kendi sözleriyle „Birbirlerinin karşıtı gibi görülen bu iki dürtüden ‘Töresel İnanç Etiği’ sorumluluktan kaçmayı içermediği gibi, ‘Sorumluluk Etiği’nin de gelenek ve töreleri tamamen boşladığı söz konusu olamaz.”
Kafanızı karıştırdıysam, affola :)
Comments