(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşlarının doğrudan seçtikleri Avrupa Parlamentosu seçimleri birkaç gün önce yapıldı. Aşırı sağ ve milliyetçi partilerin büyük atılım beklentilerinin ardında iki ana faktör sonuçları yönlendiriyordu: Putin (veya Ukrayna Savaşı’nı nasıl bitireceğiz?) ve Hamas (veya Müslüman göçmenleri nasıl durduracağız?).
Aşırı sağ partiler genelde:
1) Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını anlayışla karşılamakta, Putin’in nükleer silahlarından çekinmekte, Avrupa’lıların refahı açısından doğal gaz ticaretine yeniden başlanmasını istemekte ve savaşın Ruslara toprak terkederek sonuçlandırılmasından yanalar. Bazılarının Rus finansal desteği edindikleri iddia ediliyor.
2) Hamas’a karşıt olmanın ötesinde Avrupa’da Müslüman nüfusun tehlike oluşturduğunu, bazı kentlerde % 50’yi bulmasının Avrupa’nın inşa edildiği Hıristiyan değerlerden uzaklaşma anlamına geldiğini ve “medeniyetler çatışmasının” içeriden Avrupa’yı fethedeceğini düşünüyorlar.
Bu cenahın başarısı kısmen gerçekleşti fakat tahminlerin (korkulanın) çok altında kaldı. Yalnız iki ülkede iktidar değişikliğine yol açma belirtisi taşıyor:
Fransa - Marine Le Pen’in Rassemblement National (Ulusal Bir Araya Gelme) grubunun 28 yaşındaki lideri Jordan Bardella Emmanuel Macron’un partisinden iki misli oy alarak siyaseti sarstı, Cumhurbaşkanı’nın Fransız Meclisini feshederek Temmuz başında seçimlere gitme kararını tetikledi. Bakalım Fransızlar “oyuncak” seçim olarak gördükleri Avrupa Parlamentosu için kullandıkları oyların aynısını vererek iktidarı aşırı sağcılara teslim edecekler mi? Geçmişte Le Pen’lerin (baba ve kız) partilerine son demde güvenmediklerini gösteren Fransız halkı gene istikrardan ve Avrupa Birliği’ne bağlılıktan yana mı karar verecek?
Almanya - İktidardaki Sosyal Demokratlar (Olaf Scholz), hem CDU (Hıristiyan Demokratlar) hem de AFD (Almanya için Alternatif - aşırı sağ) partilerin arkasından ancak 3ncü olabildiler. Henüz erken seçimi doğurmamakla birlikte hükümet üzerinde ciddi baskı oluşacağı kesin.
Türkiye ve İsrail açılarından seçim sonuçlarını irdelersek:
Avrupa’nın merkezi Brüksel’in Ankara’dan daha da uzaklaşmasına tanık oluyoruz. Türkiye, “İslamofobi” dediği akımın güçlendiğini görmekten hiç sevinmediği gibi yeni gümrük anlaşmasının öncelik addedilmemesi de ekonomi yönetiminin sıkıntılarına ekleniyor.
İsrail tarafında kısmen memnuniyet var. Hollanda’da sıkı Yahudi Devleti taraftarı Geert Wilders’in partisi ikinciliği aldı. İsrail’in dostları arasında Viktor Orban (Macaristan) gene birinci parti. Müttefiklerinden Yunanistan’ın Kyriakos Mitsotakis’i başta ve en yakınından iki misli oy alıyor. Sıkı Filistin yanlılarından İspanyol başbakan yardımcısı Yolanda Diaz çöktü % 5’in altında oy alarak parti başkanlığından ayrıldı. İsrail’i hararetle destekleyen ve 7 Ekim’den sonra ilk ziyaretçilerinden Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in bağlı olduğu orta sağ partiler birliği (EPP-European People’s Party) güçlenerek çıktı seçimlerden.
Parlamento seçimlerinde Avrupa’lı Yahudiler de ön plandaydı. Fransa’da dağınık solu birleştirme gayreti Raphael Glucksmann’ın başını çektiği Sosyalist oylarını ikiye katladı ve Macron’un arkasından 3lüğe yerleştirdi.
Ayni sol ideolojiyi paylaşan İtalyan Partito Democratico lideri Elly Schlein Başbakan Giorgio Meloni’nin partisinin hemen ardından 2ciliğe yükseldi.
Tabii her iki siyasetçi de bugünlerde Avrupa’yı kasıp kavuran antisemitizme cephe almakta birlikte İsrail’in Gazze operasyonlarını durdurma çağrılarına da arka çıkıyorlar.
Sonuçta bu seçimler Avrupa Birliği’ni yıpratmıyor fakat hızla güçlenmesine de set çekiyor. Esas kader belirleyici oylar Temmuz’da Fransa’da ve 5 Kasım’da ABD’de de atılacak. Avrupa aşırı sağın beğendiği Trump kazanırsa birliğin işi zor.
Comments