lBu köşede yazmaya başladığım günlerden birinde köşemize bir isim talep edildiğinde ben köşeme ‘Düşünceler’ adını vermiştim.
Profesyonel gazeteci veya yazar değilim, hayatımı yazı yazarak kazanıyor da değilim. Durum böyle olunca fotoğraf makinesiyle yollara düşüp haber toplamak, roportaj almak gibi bir zamanım yok.
(Ancak ağaçlarla ve doğa ile bol roportaj yapabilirim çünkü çalışmaktan arta kalan zamanımı sadece doğada geçirmek isteğim var.J)
Hal böyle olunca yazacak konu bulmak bir kaç çözüme kalıyor.
-Politika yazmak
-Alıntı çeşitli bilgiler paylaşmak
- Düşünceleri paylaşmak.
-Sanat paylaşımları yapmak gibi…
İtiraf etmem gerekirse politika yazmayı kendime saklı nedenlerden uygun görmüyorum.
Alıntı, çeşitli bilgiler paylaşmak zaman zaman konu enteresan olursa hoş olabiliyor, ama konuyu yakalamak kolay değil tabii, artık insanlğın elinin altında her türlü bilgi sonsuz derece mevcut iken, alıntı bilgiler paylaşmak bana çok cazip gelmiyor, okuyana da çok cazip geleceğini düşünmüyorum.
Bu sarmalın içinden ancak özgün olan tek soyut olan güncel düşüncelerime tutunarak yoluma devam ediyorum.
Düşüncenin akışına göre özgünlükten söz açınca, inanın artık maddi ve manevi kendi özüne mahsus bir şey bulmak hemen hemen imkansız hale geldi.
Marketten tedariğini sağladığımız yiyeceklerimizin hemen hemen tümünün, sebzelerin, etin doğal dengeleri bozulmuş, ve daha fazla üretmek adına sebzelere kimyasallar, hayvanlara hormonlar dayatılarak, örneğin garibim tavuklar antibiyotikli iğnelerle şişirilerek, bundan fazlası ile nasiplerini alıyorlar ve erkek olan bebe civcivler ise acımasız tavuk endrüsisinde yok ediliyorlar.
İnsan sağlığını ilaç sektörüne mahkum eden bir çarkın içine mahkum edilmiş durumdayız.
Bu çarkın içinde kendimi bir nebze korumak için, marketten satın aldığım bir çok şeye kısıtladım, ambalajlı hiç bir şey satın almamak, organik satın almak, ve sadece mevsiminde üretilen sebze ve meyveyi yemek gibi. (Kış mevsiminde bol lahana ve balkabağı stoğu yaptım.)
Dünyayı saran yapaylık sadece yiyeceklerimizde değil, cildinize sürdüğünüz herşeyde, diş macununa kadar hepsinin içeriği korkunç, unutmayalım ki cildimize nüfus eden her şey tüm organlarımıza nüksediyor, çaresi eskiye dönmek, ben şampuanları terk edeli, doğal beyaz sabuna döneli yüz yıllar oldu ve cildime organic hindistan cevizi yağı kullanıyorum ve parfüm derseniz kullanmam, kimyasal zehirleyici bir bomba, burada da okullarda, hastanelerde, çalıştığım huzur evinde kullanımı yasak, çamaşırlarda ise deterjan yerine sirke ve karbonat kullanımı…
Yapaylaşan sadece yukarıda saydıklarım değil, sözde güzelleşme yarışı ve yaşlanmayı geciktiren estetikler ve vücuda enjekte edilen botoks denilen zehirler ve ortada dolaşan birbirinin aynısı robotik görünüşlü, şiş dudaklı, yüzleri gerilmiş kadınlar, bazen bu ameliyatlarda yaşanan trajik olaylar, kaybedilen gençler, yaşlılar akabinde suçlanan doktorlar, hastaneler...
Etrafımızı saran bu yapaylık farkındaysanız say say bitemedi, yapaylık sanatın her türüne de bulaştı, fotoshoplu fotoğraflar, yapay zeka veya chatgbt ile yazılan yazılar, çizilen resimler…
Teknolojiye ve bilime karşı duramayız, doğuştan bir anomali, varsa estetiğin kaçınılmaz olduğu gerçek, ya da yapay zekanın, chatgbt nin vs gerçekten özgünlüğü bozmayacak bir alanda kullanılmasına karşı değilim, ama şiir yazacak, veya bir makale, yazacak kişi yazacağı şiiri veya makaleyi yapay zekaya yazdırırsa o zaman hiç bir şeyin tadı tuzu kalamaz.
Çünkü lezzetli olan saf duygudur, bu duygunun özgün iletimi makbuldür.
Düşünelim lütfen, bir Nazım Hikmet, bir Orhan Veli, bir Sait Faik şiirlerini veya hikayelerini ‘chatgbtye’ ya da ‘yapay zekaya’ yazdırsa idi, bize onca duyguyu yaşatabilirler miydi?
Herşeyin yapaylığa dönüşmeye eğildiği dünyamızda, bırakın yazarken cümleleriniz bazen devrik, bazen yetersiz kalıversin, çizdiğiniz resimler, bestelediğiniz müzik, çektiğiniz fotoğraflar… bırakın mükemmel olmayıversin, ama okunduğu zaman, dinlendiği zaman, seyredildiği zaman sizin sesinizi, sizin görselinizi yansıtsınlar, izin verin teniniz zamanın akışında kırışıversin, saçlarınıza gümüş renkli aklar düşüversin, unutmayın zamanı geçen, solgun yapraklar düşer, yerine yenileri yeşerir, tabi kalbimizi de özgün bırakmayı unutmayalım, ilk halindeki gibi, o bebek halindeki gibi koruyalım kalbimizi; Özgün, saf, kirlenmemiş, işte ancak o zaman her birimizin bu özgün kalma hali ile dünya belki ama belki güzelleşecek ve arınacaktır…
RahelÇela B.
Hamiş: Film önerisi: The Giver (film) 2014 Amerikan yapımı,
"Yıkım" olarak adlandırılan bir felaketin ardından toplum yeniden örgütlenmiş, iyi ya da kötü her türlü duygu ortadan kalkmıştır.
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
Comentarios