top of page

OPPIE: BEN ARTIK ÖLÜM OLDUM!







Sevinç, üzüntü ve kafa karışıklığı: Oppenheimer

“Herhangi bir basitleştirmenin, mizahın ya da şişirmenin ortadan kaldıramayacağı anlamda; fizikçiler günahlarını biliyorlardı. Üstelik bu, unutmaları mümkün olmayan bir bilgi.”

Robert Oppenheimer

Oppenheimer ilk başlarda kendisinin bombayı kullanma yetkisinin olmaması ve sadece bilim uğruna bu işi yaptığı düşüncesiyle kendini hafifletmeye çalışsa da sonrasında yaptığı açıklamayla bu sözleri söylemiştir.


An itibarı ile dünyayı kasıp kavuran “Oppenheimer” filmi ile ilgili, karınca kararınca bir yazı düşündüm bu hafta. Neden mi? Buyrun!


Atom bombasının babası sayılan Oppenheimer, Christopher Nolan'ın Kai Bird ve Martin J. Sherwin'in Pulitzer ödüllü biyografisi “American Prometheus”a dayanan üç saatlik biyografik(!) filmi nihayet sinemalarda gösterime girdiği ilk gün izleme şansını buldum çünkü çok ama çok merak ediyordum. Maalesef, ta Mezopotamya tarihini veya Hun Devleti’ni çok iyi bilen bizler, yakın tarihimiz hakkında, şayet kendimiz araştırmıyorsak, fazlaca bilgilendirilmiyoruz! Tek bildiğim, şahsen benim, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine ABD tarafınan atılan iki atom bombasının İkinci Dünya Savaşı’nı noktaladığı ve bu iki kenti yerlebir ettiğiydi.


Savaşlara karşı özel bir nefretim olduğundan, ayrıntılarını inceleme gereği duymamıştım. Ta ki Nolan’ın “Oppenheimer” filmini izleyene dek. O gün bugündür konu ile ilgili ne varsa okuyor ve izliyorum! Meraklanmayınız, bu yazımda filmi henüz izlememiş olanlara ‘spoiler’ vermeyeceğim ancak hem izlemiş hem de izlememiş olanlara filmi daha iyi anlayabilmleri için bazı ufak bilgiler ve ipuçları vermeye çalışacağım! İlk önerim şudur: Bu filmi sakın kaçırmayınız, mutlaka IMAX olarak büyük ekranda izleyiniz ve izlemeden önce YouTube da konu ile ilgili ne varsa izleyiniz. Los Alamos, Manhattan Projesi, Trinity Testi, McCarthyism nedir? Zaten biliyorum diyorsanız, mesele yok! Ancak, bilmiyorsanız bilgilenin ve sonra sinemaya gidin çünkü Nolan’ın mozaikler halinde, hem renkli ve hem de siyah-beyaz sahnelerle çektiği bu üç saatlik filmi anlamanız için bu ön bilgiler şart!


Nolan sahnelerini bir yapboz gibi birbirine uyacak şekilde keser ve uymayan ayrıntılar - çelişkiler, incelikler, hatta küçük rastgele tuhaflıklar - ve onlarla birlikte, ister kahramanın ister izleyicinin deneyim duygusu dışarıda bırakılır. Geriye yaşanması değil çözülmesi gereken bir film kalıyor.




Tanrı Prometheus Zeus’tan çaldığı ateşi insanoğlu’na veriyor.


Neden Prometheus?

Bilindiği gibi Mitolojide Tanrı Prometheus, göklerin tanrısı Zeus’tan çaldığı ateşi insanoğluna verdiği için cezalandırılır. İşte insanoğluna atom bombasını veren Oppenheimer da atom bombasının icadından sonra karşılaşacağı vatan hainliği suçlamaları ve akabinde günlerce süren soruşturma ile bir bakıma her kahraman gibi, cezasını buluyor. Hem iç dünyasındaki çatışmalar (vicdan azabı gibi), hem de çok güvendiği yakın çevresinin ona sırt çevirmesi, zaten şizofrenisi ile baş etmeye çalışan Oppenheimer’i büyük başarı ile canlandıran aktör Cellian Murphy’nin yüz ifadesinen açıkça anlaşılabileceği gibi, onu basbayağı zorluyor.


Nolan, Oppenheimer'ın yaşamının iki ana kolunu çiziyor: kariyerini oluşturan bilimsel çalışma ve teşekkürler, ve sonra Oppenheimer’ın solcu sempatilerinin ülkenin savaş sonrası anti-komünist haçlı seferine dönüşü ! Evet, dostlarının Oppie olarak çağırdığı Robert Oppenheimer, ulusal bir kahramandan solcu görüşleri nedeniyle yargılanacak hatta atom bombasının sırlarını Sovyet Rusya’ya satmakla suçlanan bir anti-kahramana dönüşecektir.

Nolan’ın Oppenheimer’ında dikkat edilmesi gereken noktalar!

Oppenheimer'ın John Donne'nin "Kalbimi döv, üç kişilik Tanrı" sonesine gönderme yaparak Trinity adını verdiği atom bombasını patlatma denemesinin çekimi ve canlandırılması bugüne dek izlediğim en muhteşem sinema sahnesidir diyebilirim. Sanki ben de o barakaların birinde gözümde kocaman gözlüklerle yüzüstü yere yatmış patlamayı bekliyor ve izliyordum. Dedim ya, bu film izlenmez, yaşanır!


Patlama anında korkulan zincirleme reaksiyon olmadı ama, Oppie alıp başını uzaklaştı, çölde tek başına yürümeye başladı. Kimbilir ne düşünüyordu!


Manhattan Projesinde gece gündüz çalışanların beklemediği bir şey oldu: Patlamadan bir süre sonra ABD ordusunun iki kamyonu gelip iki atom bombası yükleyip götürdüler. Bir zaman sonra Little Boy (Küçük Oğlan) adlı bomba Hiroşima’ya ve ardından üç gün sonra Fat Man (Şişman Adam) Nagazaki şehrinin tepesine bırakıldı. Bu deheşetten son derece rahatsız olan Oppenheimer soluğu Washington Beyaz Saray’da aldı, rolünü inanılmaz başarıyla oynayan Gary Oldman’ın canlandırdığı Başkan Truman’ın karşısına dikildi ve “ellerimde kan var” dedi. Truman büyük bir sükunetle “Neden üzülüyorsun yahu,” dedi “insanlar bombayı kimin yaptığı ile değil, bombayı kimin attığı ile ilgilenir, yani eğer bir suç varsa, o senin değil, benimdir,” diye karşılık verdi. Doğrusunu isterseniz ben o sahneye bayıldım!





Kısaca Oppenheimer Kimdir?


Cellian Murphy

Üzerine ansiklopediler yazılabilecek bu adamı (fizikçi, şair, edebiyatçı, felsefeci, bilge) tanıtabilmem için takdir edersiniz ki bu yazım yetersiz kalır. Ancak, bellibaşlı özelliklerinden söz edeceğim. Yakınları, Oppenheimer’ın zekasından korktuklarını söylüyor! Küçük yaştan itibaren okullarını sınıfları atlaya atlaya bitiren bu adamın (Harvard Üniversitesini bile üç yılda tamamladı) Albert Einstein’ın yakın dostu olması tesadüf deği elbet!


İkinci Dünya Savaşı yıllarında hiç de olumlu bakılmayan bir kökeni var: Hem Yahudi hem entellektüel (yedi dil biliyor) hem de solcu, veyahut komünist!

Dersleri öylesine keyifli ve eğlenceli anlatırmış ki, üniversitelerde ders verdiğinde insanlar sınıfına kabul eilebilmek için sıraya girer, hatta denizaşırı ülkelerden gelirlermiş. Üçüncü kez sınıfına girmek isteyen fakat reddedilen bir kız öğrencinin açlık grevine girdiği söyenir.


Son Söz

Sıra dışı hayatından dolayı, Robert Oppenheimer kimdir sorusuna çok farklı cevaplar veriliyor. Kimilerine göre modern fizik tarihinin önemli bir ismi, kimilerine göre de yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olan bir katil.

Tüm bu gelişmelerden sonra Oppenheimer Sovyetlerin yaptığı hidrojen bombasına karşı Amerika’nın da aynı projeye yatırım yapmasına karşı çıktı. Projenin başına geçirilme teklifini reddetti. Hatta bununla da kalmayıp bomba projesinin iptal edilmesini sağlamak için o zamanki popülaritesini kullanarak hükümeti vazgeçirmeye çalıştı.


Ne var ki, hem Amerika hem de Sovyet Rusya hidrojen bombasını yaptı. Bunun üstüne Amerika hükümeti Oppenheimer’ı projenin tamamlanmasını geciktirdiği gerekçesiyle soruşturmaya tabi tuttu. Oppenheimer’ın geçmişte komünizme ilgi duyduğu da dosyaya eklenince başı büyük belaya girdi. Günlerce süren guya soruşturma, aslında bana kalırsa mahkeme den sonra Oppenheimer’ın güvenlik izni kaldırıldı.


Soruşturma sonunda Oppenheimer bütün resmi makamlarından alındı. Ayrıca kendisine Amerika Birleşik Devletleri içerisinde güvenilirlik belgesi verilmemesi üzerine karar alındı. Hayatını kaybedinceye kadar Oppenheimer sadece Princeton Yüksek İnceleme Enstitüsü’nün başkanlığını devam ettirebildi.


Yıllar sonra Kennedy, Oppenheimer’a atom enerjisi çalışmalarından dolayı ödül verilmesini kararlaştırdıklarını söyledi. Ancak Kennedy’nin suikasta uğramasıyla bu ödülü vermek ABD başkanı Johnson’a düştü. Ödül Amerika hükümetinin Oppenheimer’a özür dileme biçimiydi. Oppenheimer 1967 senesinde elinden düşürmediği sigara, pipo ve puroları nedeniyle yakalandığı gırtlak kanserinden hayatını kaybetti.


Diyeceğim o ki, Oppie kahraman mı, katil mi, filmi izleyin ve kararı siz verin!







コメント


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page