“Dünyamız, kozmozdaki milyonlarca yıldız arasındaki tek puantiyedir. Puantiyeler sonsuzluğa giden bir yoldur. Doğayı ve vücudumuzu puantiyelerle sildiğimizde çevre birliğimizin bir parçası olacağız.” Yayoi Kusama
Defalarca girip çıktığımız alanların geçmişlerini hiç düşünmeyiz. Sanki hep ordadırlar ve hep bu günkü halleriyle bize kendilerini sunuyorlarmış gibi davranırınız. Oysa geçmiş bugüne gebedir ve hikayesi bazen sadece bir nokta olabilir.
Yazım bir sanat yazısı değil kişisel fikirlerimden oluşuyor. Bunu dile getirmek istedim çünkü ben aslında gezi yazısı yazıyorum arasına sanat katınca haddimi aşmış olmamak adına bir parantez açmak istedim.
Tel Aviv Sanat Müzesinin kapısından Yayoi Kusama’nın sergisi için girdim. Herkesin sosyal medyada paylaştığı sonsuzluğa uzanan odalar ve noktalı eserlerin yaratıcısıyla ben ilk defa, balkabağı enstalasyonu çalışmasıyla, Şalom Gazetesi köşe yazarı dostum Dalia Maya’nın sayesinde tanışmıştım. Amerika seyahatinde sergiyi gezmiş ve sosyal medyada paylaşmıştı. O gün kim bu sanatçı diye içimde merak uyanmış ve belki bir gün ben de sıradışı eserlerini canlı görebilirim dedirtmişti.
Işte bu gün, bu sanatçının dünyasının içine düşmek nasip oldu. Aralık ayında aldığım, Şubat girişli biletimle müzenin kapısındayım. Içim pır pır, zihnim deneyimleyeceklerini kaydetmeye hazır.
Bahçesinde arkadaşımı beklerken bir anda, acaba bu bina nasıl kuruldu? sorusu aklıma düştü. 72 yıllık kuruluş hikayesi olan bu Orta Doğu ülkesine sanat müzesi kurmak kimin fikriymiş? diye merak edince, minik bir araştırma beni oldukça gururlandırdı.
Tel Aviv Sanat Müzesi, 1932'de Tel Aviv şehrinin ilk belediye başkanı Meir Dizengoff'un teşvikiyle, kendi özel konutunu bağışlayarak kurulmuş. Dizengoff'un konutu, sanat sergisi için uygun bir alan haline getirilmek üzere düzenlenip, evin yalnızca üst katı onun özel dairesi olarak kullanılmak üzere bırakılmış. İki katlı konutu müze binasına dönüştürmek adına, yatak odaları galeriye dönüştürülmüş, binaya ekleme yapılmış, sonunda bina on beş sergi alanı, bir konser ve konferans salonuya şehrin sakinlerine sunulmuş.
1933'te, o zamanlar Berlin'deki Yahudi Müzesi'nin başkanı olan sanat tarihçisi Dr. Karl Schwarz, Meir Dizengoff'un daveti üzerine Tel Aviv Müzesi'ni işletmek üzere Filistin'e* göç ederek görevi üstlenmiş.
14 Mayıs 1948 Cuma günü, Tel Aviv'deki 16 Rothschild Bulvarı'ndaki Müze binasında, İsrael'in Bağımsızlık Bildirgesi ilan edildikten sonra, bu tarihi olay aynı zamanda müzenin tarihinde yeni bir bölümün başlangıcı olmuş.
Meir Dizengoff Eylül 1936'da vefat ettiğinde, evini Tel Aviv Belediyesi'ne vasiyet ederek şunları kaydetti:
"Tel Aviv sakinlerinden son isteğim şudur: Hayatımın büyük bir bölümünü bu şehre adadım ve şimdi, size veda ederken, aziz çabam olan Tel Aviv Müzesini sizlere teslim ediyorum. Ona iyi bakın, çünkü çok şey vaat ediyor ve unutmayın ki şehrimize çokça şan ve şeref kazandıracaktır."
1959’da müze geçici konaklama yerinden daimi ikametgahına taşınır. Ancak kısa süre sonra, konumun yeterince büyük bir binaya izin vermediği anlaşılınca, 1964 yılında Shaul Hamelech Bulvarı üzerine inşa edilmesine karar verilir. Ve şu anda kapısından girmek üzere olduğumuz bina 1971' de kapılarını dünyaya açtı.
Dizengoff’un vasiyetini layıkıyla yerine getiren, ziyaretçilerine çok kültürlü bir deneyim sunan bu mekan, mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Müze uluslararası bir üne sahip ve yılda bir milyonu aşkın ziyaretçisiyle dünyanın en çok ziyaret edilen ilk yüz** müzesi arasındadır.
Bir insan hayal ederse yapamayacağı şey yoktur diyerek kapısından girdim gururla. Kuyruklar dolusu insanla sabırla beklemeye başladım. Aynalardan yansımaların, noktaların ve hayal gücünün kişiyi taşıyabileceği noktayı keşfetmeye hazırdım.
Elimizdeki haritada salonların adları yerleştirilmiş ve bizleri kolaylıkla yolumuzu bulmak için yönlendiriyordu. Yüksek tavanları ve çok iyi havalandırması sayesinde bunalmadan, Yayoi Kusama’yı daha iyi anlamak, puantiyelerin izinden gitmek için ilk kapıdan girdim.
Yayoi Kusama, Japon sanatçı ve yazar.
O, obsesif kompulsif bozukluktan muzdarip,
O, hastalığını bile sanata dönüştürmüş nadir isimlerden,
O, yaşayan en önemli avant garde sanatçıladan biridir.
22 Mart 1929 yılında Japonya’da geleneklere bağlı ve varlıklı ama mutluluk açısından yoksul bir ailenin içinde dünyaya geldi. Gözü dışarıda bir babaya ve hem fiziksel hem de ruhsal açıdan zarar görmüş bir anneye sahipti.
Henüz on yaşındayken başlayan mental bozuklukları onun halüsinasyon olarak her yerde çiçekler, ağlar, ama ağırlıklı olarak noktalar görmesine sebep olmuş ve başa çıkabilmek için bol bol çizmeye başlamış. Sanatı bir tür terapi yöntemi olarak seçmiştir.
Ancak profesyonel bir sanatçı olma isteği annesi tarafından teşvik edilmemiş; annesinin bütün zorlamalarına karşın, Kusama daha çok çizerek içinde bulunduğu zorluklara çözüm getirmek adına klasik Japon resim sanatı eğitimi almış ama II. Dünya savaşından sonra Japonya’daki travmatik yaşam ve ülkesindeki sanat ortamını yeterli bulmayıp, daha yaratıcı olabilmek ve özgürce çalışabilmek için 1957 ‘de New York’a taşınır.
Kusama’nın bu dönemde verdiği soyut eserler, kendine özgü tarzını geliştirmeye ve adını duyurmaya başlar. Düzenlediği happening ve enstalasyon çalışmalarıyla çağdaşları olan Andy Warhol, George Segal ve Claes Oldenburg gibi birçok önemli sanatçıya esin kaynağı olmuştur.
1967’de bir ‘vücut boyama festivali’ düzenliyor. Manhattan 5. Cadde’deki St. Patrick’s Katedrali önünde bir pazar günü… Fleetwood Mac ve Country Joe and the Fish gibi grupların müzikleri eşliğinde bir grup genç soyunup birbirlerini boyuyor, sonra öpüşüp sevişmeye başlıyor. Tüm ajansların, basının önünde. Polisler, çıplak hippilerin üzerine yürüyor. Ve bu, Yayoi Kusama’nın 'gösteri'lerinden sadece biri oluyor. Kusama’nın etkinliklerinde ‘rol almak’ için sıraya giriliyor. Feminizmin, cinsel özgürlüklerin, eşcinsel hareketin sıkı mücadele verdiği, “Savaşma seviş” sloganının en popüler olduğu dönemde, Kusama’nın adı ‘Hippilerin Kraliçesi’ olarak anılmaya başlıyor.
Tamamen savaş karşıtı olan Kusama’ya göre vücudun çıplaklığı barış ve aşkı temsil ediyordu. ABD Başkanı Richard Nixon’a “Bırak bu Vietnam Savaşı’nı da, sevişelim” mealinde bir mektup yazıyor. Tabii ki yanıt alamamış!
Kusama, izleyicinin görüntüsünün sonsuzca değiştiği, böylece kalıcı bir kimlik duygusunun ortadan kalktığı bir dizi aynalı oda yapmış. Hem geleneksel Japon kadını hem de Batılı seks fetişi rolünü reddeden sanatçı, özgürlüğü görünmezlikte, bedenini çoğaltmakta ve artık tanınmaz hale gelene değin çözülmekte bulmuştur. İnan o odalarda sadece 30sn vakit geçirmenize izin veriyorlar çünkü çok bekleyen var ama vaktiniz varsa defa ve defa girin derim. O sonsuzluk hissini kendinize hediye edin.
Bilinen tek uzun süreli romantik ilişkisi -onda da seks yok- Joseph Cornell ile… Aralarında özel bir bağ ve 26 yaş fark var. 1972’de Cornell’in ölümü onu derinden yaralıyor. Hayatındaki iniş çıkışlar, akıl hastalığının artışı üzerine bu derin üzüntü de gelince, zihinsel bir bunalım geçirip 1973’de memleketi Japonya’ya geri dönüyor ve kendi isteği ile akıl hastanesine yerleşiyor.
Geceleri akıl hastanesinde uyuyor, gündüzleri ise hemen merkezin dibindeki üç katlı atölyesinde çalışıyordu. Hayranı olan ve onu Louis Vuitton için özel bir koleksiyon tasarlaması konusunda ikna eden tasarımcı Marc Jacobs’ın söylediğine göre muhteşem bir çalışma azmi ve enerjisi vardı. Akıl hastanesinde bulunma nedeni, ‘iyileşmek’ istemesi değildi. Rahatsızlığının bir sanatçı olarak onu daha güçlü kıldığına inanıyor olmasıydı.
“Sınırları olmayan bir dünyada sonsuzluğu tahmin etmek ve ölçmek arzusundaydım. Gizem ne kadar derindi? Sonsuz sonsuzluklar evrenin ne kadar ötesine gidebiliyordu? Bu soruları sorarken aynı zamanda tek bir noktaya bakıyordum, kendi hayatıma. Tek bir polka noktası, milyarlarcasının arasında tek bir nokta…” diyordu.
Sergiyi dolaştıkça sonsuzluk kavramı zihninizde canlanacak ve bir noktada içeri baktığınızda zihnin yaratıcılığının geldiği hisleri deneyimleyeceksiniz. Sonsuzlukta bir nokta olmayı hayal etmenin geldiği noktada kendinizi kaybolmuş, akıl kavramından yoksun, bu kadının noktalarla ne sorunu varmış cümlesine teslim olacaksınız.
Eserlerini çok daha geniş kitlelere ulaştırmak adına, Yayoi Kusama Müzesi 2017 yılında Tokyo’da sanatseverlerin ziyaretine açıldı.
Araştırırken ilginç bir yazıya denk geldim Camille Claudel ve Kusama için bir karşılaştırma yazısı.
Biri heykeltıraş, diğeri ressam olan, farklı kültürler ve zaman dilimlerinde yaşamış iki kadın sanatçının, ortak kaderlerinin kendilerini götürdüğü başarı ve başarısızlık noktalarına ulaşma süreçleri içerisinde; boğuştukları çarpıcı sorunlara, bu sorunların sebeplerine ve baş etme mücadelelerine dair çabalarına; yaşadıkları dönem ve kültüre bağlı kalarak, bizlere aktarmaya çalışmışlar. Kadın olmak, bulunduğu çağda sanat yapmaya soyunmak, kadınların bir erkeğe bağlanmadan kendi başına sanat yapmasının mümkün olmadığı dönemlerde yaşamanın zorlukları ile günümüzde yaşamanın, kadın sanatçı olarak sanat yapmanın, mücadele etmenin benzer ve karşı yönlerini karşılaştırdığımızda bir arpa boyu yol alınmadığını görmek sarsıcı. Aklıma şu soru geliyor, onları etkileyen ilişkileri sonucunda mı akıl hastanesine yatırıldılar yoksa akıl hastalığı nedeniyle mi sanata bulaştılar?
Sanatçının ilk ciddi çalışmalarından biri olan “Silinmişlik Odası- The Obliteratıon Room” *** çocukluk travmasının en belirgin yansımasıdır.
Hayatının travmalarının yara izlerini hiç durmadan yineleyerek tuvale geçiren bu küçücük kadın şu anda 93 yaşında. Hayatı boyunca içine kapanık ve sert görünen mizacı; sergilerinde hayranlarıyla buluştuğunda canayakın bir kişiliğe bürünmesi sayesinde hayran kitlesi gün geçtikçe artıyor. Hala sanata ve üretmeye doyamayan sanatçı, belki de ilacını sanatta bulduğu için üretmeye devam ediyor.
Roman ve otobiyografileri ‘intihar’ kelimesi geçmesine rağmen, O, yaşamayı, hem de her zaman tüm kusurları ve belalarıyla yaşamayı seçmişti.
Belki de normal ve renksiz yaşamaktansa, pek de normal gelmeyecek hayaller, daha eğlenceli, kim bilir?
Sizde bu minik kadının noktalarını ve sonsuz odalarını bizzat deneyimlemek isterseniz kaçırmayın derim.
Önceden bilet almadan gitmeyin, kapıda satış yok.
Sergi 15/11/21’de başladı ve 23/4/22 sona erecek.
-------------------
* O tarihte henüz Israel devleti kurulmadığı için, bu toprakların adı Filistin olarak geçiyordu.
** 10 milyon ziyaretçiyle en çok ziyaret edilen müze Louvre Müzesidir.
*** Bu oda ilk başta hiçbir renk barındırmaz; duvarlar, tavan, zemin, içerisindeki tüm eşyalar dahil her şey düz beyaz renge boyanmıştır. Ziyaretçiler kendilerine verilen yuvarlak formdaki farklı boyut ve şekillerde renkli yapıştırmaları odada seçtikleri herhangi bir yüzeye yapıştırır. Etkinliğin sonunda oda Kusama’nın deyimiyle “silinmiş” olur. Kusama’nın özellikle çocuklar için yapmış olduğu bu çalışmada kendi çocukluğunda yaşadığı travmaların etkisi olduğu söylenebilir. Çocukların, odanın arzu ettikleri herhangi bir yerine daire şeklindeki çıkartmaları yapıştırmaları, dolaylı yoldan ebeveynlerine karşı yaptıkları bir tür itaatsizliktir.
Commentaires