Bilirsiniz; “Ölünün arkasından kötü konuşulmaz” diye bir deyiş vardır. Hele hele söz konusu kişi İsrael edebiyatının çok önemli bir yazarı, 2018 yılında yitirdiğimiz Amos Oz olunca… Dünyaca ünlü ve saygın bir kişi olan Amos Oz’u sadistlikle suçlayıp karalayan kişinin kendi öz evladı olması ne denli üzücü değil mi?
Eserleri Türkçe dahil 42 lisana tercüme edilen Amos Oz, romancı, gazeteci ve barış yanlısı bir aktivistti. İsrael çağdaş edebiyatının en önemli simalarından biriydi. Şalom Ahşav (Şimdi Barış) hareketinin kurucularından olup, İsrael-Filistin süreci üstüne barışçıl önerileri ile tanınırdı.
Eşi Nili ve üç çocuklarıyla uzun yıllar Hulda kibutzunda yaşadılar. Büyük kızları Fania Oz Zalsberger tarih profesörü, ortanca çocukları Galia Oz ünlü bir çocuk kitapları yazarı, oğulları Daniel Oz da şair ve müzisyen oldu. Çocuklar evde İsrael ve dünya çapında ünlü bir babanın çocukları olmanın bilinciyle büyüdüler. Katılanlar anımsayacaklardır, Fania İstanbul’da düzenlenen Limud kültür festivallerinden birine konuk olmuştu.
Galia Oz’un babasının ölümünden iki yıl sonra yayınladığı bir kitap ülkede deprem etkisi yarattı. Galia, babası Amos Oz’un çocukken kendisine şiddet uyguladığını ileri sürüyor, onu yerden yere vuruyordu. Babasının onu çocukken zorla yerde sürükleyip evin dışına çıkardığı, öğle uykusundan uyandırdığı için kızının üzerine kahve fincanını fırlattığı, küfür ettiği, küçük düşürdüğü gibi örnekler sıralıyordu.
Aklıselim, saygın ve karizmatik bir kişi olarak bilinen, ülke edebiyatının en değerli yazarlarından biri olması kimliği ile sevilen Amos Oz hakkında böylesi olumsuz eleştirilerin kendi öz kızı tarafından yöneltilmiş olması ne kadar üzücü değil mi?
Galia’nın babasına yönelik suçlamalarını bir kitapta kalıcı kılması babası Amos Oz’u sırtından vurması anlamına geliyor bence. Çünkü artık Amos Oz hayatta değildi, kendini savunup, temize çıkaramazdı. Babalarını savunmak, daha doğrusu babalarını kendi bakış açılarından anlatmak Fania ile Daniel’e kaldı…
Uzun zaman suskunluklarını koruyan diğer iki kardeş Fania ve Daniel geçtiğimiz hafta bir TV programında olaya kendi bakış açılarını getirdiler. Daniel’in şu sözleri dikkat çekiciydi; “Ben babamı geri istiyorum. Yazdığı kitaplar yansın, kül olsun. Beni ilgilendirmiyor. Onun insancıllığı, onun ünlü bir yazar olması beni ilgilendirmiyor. Sadece babam olması önemli…”
Fania ise; “Babam iyi bir insandı, sevgi dolu bir babaydı. Oysa Galia’nın kitabında o bir psikopat, sadist olarak resmediliyor. Gerçekle hiç ilgisi yok” dedi.
“Benim anımsadığım çocukluk öyküm çok farklı. Kucaklayıcı ve nazik bir babamız vardı. Bizimle oynardı. Bizi güldürür, hikâyeler anlatırdı” sözleri ile babasını anlatan Fania, Galia’nın yerde sürüklenmesi olayını anımsadığını, böyle bir tatsızlığın sadece bir kez olduğunu, kitapta anlatıldığı gibi sık sık tekrarlanmadığını söyledi.
Galia’nın babasının sadece kendisine değil, bir münakaşanın ardından eşi Nili’ye de şiddet uyguladığı iddiasına Fania ve Daniel karşı çıkıyor, söz konusu münakaşa sırasında olay yerinde bulunduklarını ve Galia’nın anlattıklarının gerçekle ilişkisi olmadığını belirtiyorlar.
Galia Oz’un yayınladığı “Davar şe hithapes le ahava” (Sevgiye bürünen şey) adlı kitap, aile bireyleri arasındaki - pek az kişinin bildiği -kopukluğu ve ilişkisizliği de ortaya çıkardı. Ne yazık ki kitap, Amos Oz’un ikonik kimliğinin sarsılmasına ve hakkında koparılan bu fırtınanın günümüzde dek devam etmesine neden oldu.
Fania ve Daniel, Galia’nın önce babası, sonra annesi ve kardeşleri ile ilişkisini nasıl kestiğini şöyle anlatıyorlar: “2013’te Galia babama; ‘Bitti… Artık yüzümü görmeyeceksin’ dedi kapıyı çarpıp gitti. Bize de babamın suçlarını onaylamamız için baskı yapmaya çalıştı.”
Yaşamının son yıllarında Amos Oz, Galia’nın barışmasını sağlamak için birçok girişimde bulundu. Ona uzun mektuplar yazdı. Telefonda konuşup uzlaşmaya çalıştı. “Galia, Galia bu benim için kanayan bir yara. Kalbime saplanmış bir bıçak… Bıçak sürekli içimi oyuyor. Geceleri kalbimi oyuyor Galia, düşlerime giriyor” diye yazmış kızına gönderdiği mektuplarda.
Yaşamının son dakikalarına dek Amos Oz, kızı ile konuşacağı, barışacağı anı düşledi. Düşü gerçekleşemeden bu dünyadan göçtü. Galia ise; “Bu kitabı öç almak veya son sözü söyleyen kişi olmak için yazmadım. Çarem yoktu. Hayatım boyunca suskun kaldım, artık yazmalıydım” sözleri ile noktayı koydu.
Bana sorarsanız eğer… Eserlerini beğeni ile okuduğum… Tanışma olanağını bulmaktan onur duyduğum… 35 dakika karşılıklı söyleşme fırsatını bulduğum… Onunla gerçekleştirdiğim ve 1997’nin 19 Şubat tarihli Şalom gazetesinde yayınlanan söyleşinin sonunda, Türkiye - İsrail ilişkilerine ilişkin görüşlerini; “Birbirimizi anlamak için önce birbirimizi düşleyebilmeliyiz. Ruhlarımız tanışmalı…” sözleri ile ifade eden Amos Oz’u sevmeye devam ediyorum… Galia’nın suçlamalarına katılamıyorum…
Comments