Merhaba sevgili okurlarım,
bu gün kaleme aldığım düşüncelerim biraz da gençler için. Neden derseniz, biz elli yaşın üzerindekiler, günlük rutinlerimizin ne kadar değerli olduğunun zaten farkındayız. Ancak gençken sahip olduğumuz rutinler, kişiye sıkıcı ve tekdüze gelebilir. Oysa zamanın bize öğrettiği bir şey var: Rutinlerimiz, hayatın anlamına giden yolların üzerindeki derin izlerdir.
Bana gelince, özellikle son yıllarda günlük rutinlerime iyice bağlandım ve zaman geçtikçe bu rutinlerin ne kadar değerli olduğunu daha iyi anladım. Gençliğimde erken kalkmak benim için kabus ile eşdeğer iken, yani asla sabah insanı olmamama rağmen son yıllarda haftanın belli günleri saat dörtte kalkmamı gerektiren işim, ilk zamanlar çok zor gelse de şimdi çok sevdiğim ve bağlandığım bir rutinim haline geldi. Ve bu sayede güneşin doğuşunu izlemek, her sabah herkesler uykuda iken aynı saatte kahvemi içmek, evde olduğum günlerde ise günüme başlamadan kısa bir yürüyüşe çıkmak, ya da belirli bir sırayla çalışma masamı, gardrobumu düzenlemek... Bunlar küçük gibi görülse de hayata bir çerçeve kazandıran, beni sakinleştiren ve huzur veren detaylarım.
Eğer bir rutine sahip değilseniz, size önerim bir tane edinmenizdir. Hangi saat olduğu önemli değil, ama bir saat seçin. O saati ve tarihi belirleyin, ve o saatte kalkarak seçtiğiniz ritme yapışın. Beyniniz size teşekkür edecektir. Rutinlerin en önemli görevi, bizim akıl sağlığımızı korumaya yardımcı olurken sakinleştirmesidir. Rutinler olmadan mental olarak sağlıklı olmamız mümkün değildir. Rutinlerimiz sayesinde oluşan ritimle sinir sistemimiz de düzenli ve dengeli hale gelir.
Şimdi, bu hafta seyrettiğim filme gelelim. Filmin merkezindeki soru şu: Tuvalet temizleyerek mutlu bir hayatınız olabilir mi?
Geçen hafta izlediğim bu film, sahip olduğumuz işimizin ve rutinlerimize bizim nasıl bir bakış açısıyla baktığımızı sorgulayan, mutluluğun yaptığımız iş veya yaşadığımız hayatın şartlarıyla bağlantılı olmadığını anlatan bir yapımdı. Mutluluğun, aslında bizim içsel bir seçimimiz olduğunu fark ettiren bir hikâyeye sahipti.
“Mükemmel Günler”, yönetmen Wim Wenders’in Tokyo’da yaşayan ‘Hirayama’ isimli bir tuvalet temizlikçisini konu aldığı filmi. Hirayama’nın her sabah aynı saatte başlayan rutini, basitçe ‘Tuvalet temizlemek’tir. Ama bu sıradan görülen eylemin ardında, Hirayama’nın yaşamına derin bir anlam katıkısı vardı. Film boyunca, Hirayama’nın her gün dört elle sarıldığı rutininin sade bir yaşamla nasıl mutluluk yaratabildiğini, doğayla olan bağının olağanüstü güzelliğini izliyoruz. Bu basit ama dokunaklı hikâye, izleyiciye fark ettirmeden şu soruyu sorduruyor:
Eğer tuvalet temizleyerek daha mutlu olunabiliyorsa, ben neden mutlu olamıyorum?
Sosyal medyada karşımıza çıkan otuz iki diş gülümseyerek çekilmiş mutluluk fotoğrafları ve ‘mükemmel’ yaşamlar ne olur sizi kandırmasın. Çünkü insanoğlu öyle kolay kolay bulunduğu durumdan memnuniyet duymaz. Mutluluk arayışları hep devam eder.
Bir işe gireriz, daha iyisini isteriz. Bir ev alırız, daha büyük bir evin hayalini kurarız. Araba alırız, gözümüz hep bir üst modeldedir. Hep daha fazlası, hep daha iyisi. Bu sonsuz arayış, bizi yıpratırken elimizde olanın güzelliğini görmemizi engeller.
Film, aslında tam da bu noktada bize bir ayna tutuyor. Şartlarımız ne olursa olsun, mutluluğun bir tercih meselesi olduğunu anlatıyor. Hirayama’nın basit yaşamından ilham alarak biz de şu soruyu sorabiliriz: Hayatınızdaki küçük rutinler size mutluluk sunuyor mu? Yoksa hep çok daha büyük hayallerin peşinden koşarken, elimizdeki sade güzellikleri görmezden mi geliyoruz?
Benim hayat felsefem hep şu cümleyi zihnimizde taşımamız gerektiğini vurguluyor: Belki de mutluluğu, büyük hayallerde ya da mükemmel anlarda değil, günlük yaşamın basit ama anlamlı detaylarında aramaya başlamalıyız.
RahelÇela Behar
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
Comments