Nerdeyse bir ay süren Futbol Dünya Kupası maratonu, sona ermek üzere. Bu satırları yazdığım sırada, yarı finallere daha 2-3 gün var gerçi – ancak şimdiden savlayabiliriz ki, Avrupa Futbolu bu yıl büyük darbeler yemiştir…
Bunun nedenini, turnuvanın Qatar gibi “uğursuz” bir yerde yapılmış olduğunda aranyanlar varsa da, gerçek şudur: Daha ilk günlerde Almanya ve Belçika gibi “geleneksel” güçlülerin Japonya ile Fas gibi “süpriz” takımlara yenik düşmesi, keza Tunus’un Portekiz’i, gene Japonya’nın İspanya’yı yenmeleri – dahası, yeniden Fas’ın İspanya’yı elemesi, noktayı koydu: Yarı finallere birer Güney Amerikalı ve Afrikalı takımın yanında zar zor iki Avrupalı temsilcinin yer alması, artık kimseyi şaşırtmıyor: Oyun yetkin(siz)likleri ortada! Bakalım önümüzdeki günlerde başka sürprizler bekliyor mu bizleri…
Hemen her Dünya veya Avrupa Kupası maçında, sevgili annemi anımsıyorum. Klara Schild z”l bu kupalardan “aşağı” maç izlemezdi – ancak onları da çok dikkatli olarak.Oyun süresince yapmış olduğu yorumlar da pek ilginçti!
Örneğin, oyuncular için “Amma da çok tükürüyorlar!“ derdi. Hem de parça halinde… Üstelik bunları sadece yakın çekimlerde görüyoruz – demek ki çok daha sık tükürüyorlar oyun boyunca.“ Bir de, oyuncular yere düştüğünde sağa sola fırlayan çim ve toprak parçalarını görünce…"Bunlar tükürükler ile karışınca, futbol sahası bataklığa dönüşmüyor mu gayrı?“
Yere düşenlere de çok acırdı annem – ancak çoğunun (sözde?) acılardan kıvrandıktan az sonra yeniden ayağa kalkmasına pek şaşırırdı: „ Böyle bir düşüşte normal bir insan tüm kemiklerini kırardı,“ derdi, bir futbolcunun havaya savrulmasının ardından yukarıdan yeri boyladığında…
Oyuncuların ağır hareketlerde bulunmalarına çok kızardı. Hele, faul yapanın her iki elini de havaya kaldırmasına şaşırırdı hep – ve derdi ki „Hareket ne kadar sert ise, eller de o kadar yükseğe kalkar!“ Bir de şuna çok şaşırırdı: „Rakip oyuncuya arkadan sarılmak, T-shirt’ünü çekmek, ona çelme takmak olağan bir hareketse, bunu yapan oyuncu, düşürdüğü rakibinden neden özür diliyor ki?“
Ceza atışlarında baraj yapan oyuncuların salt erkeklik organlarını elleriyle kapatmaları üzerine, “Freud ne kadar da haklıymış – en çok değer verdikleri yer, orasıdır!” derdi Klara Hanım…
En çok şaşırdığı ise, faul cezası gören, hele sarı/kırmızı kart gösterilen oyuncuların hakeme karşı çıkmaları, onu bunun tersine inandırma çabalarıydı… “Niye nafile yere itiraz ediyorlar ki?” diye sorardı hep – “Hakemin sözü son söz değil mi, Allah aşkına? Boşu boşuna vakit harcıyorlar, üstelik ortamın elektriklenmesine neden oluyorlar!”
Saha kenarındaki takım elbiseli, beyaz gömlekli, şık kravatlı antrenörlere bayılırdı: “İşte, tam bir centilmen gibidir bu adam – şu 11 kaba gladyatörle başa çıkabilmesi da özel bir marifettir, vesselam…”
… ama tüm bu eleştirilerine karşın, gene de doksanlı yaşlarına kadar gözlerini ekrandan ayırmazdı anneciğim – bilmem, bu yılın kupa maçlarını da bilemediğimiz bir yerden izlemeyi sürdürüyor mu?
Comments