Yalnızlığın bana yakıştığını söylüyorlar.
İyi duruyormuş üzerimde; renkleri sade ve uyumluymuş.
Dikimi kusursuzmuş. Bu mahir terzinin adını öğrenmek istiyorlar.
Söyler miyim hiç! Konfeksiyon yalnızlıklar ne güne duruyor.
Söyler miyim hiç!
A.Ali Ural ‘Posta Kutusundaki Mızıka”
Ne hikmetse, bana da yakışıyor yalnızlık; kendimi daha özgür, daha kural dışı hıssediyorum. Doğru anladınız, bu yazımda modernitenin kaçınılmaz olguları yalnızlık ve yabancılaşmadan söz edeceğim. Şüphesiz her bireyin kendine göre bir yalnızlığı vardır; kimi kendi yalnızlığını yaratır, kimi taklitçidir başka(lar)sına özendiği türde bir yalnızlığı seçer, kimi de konfeksiyon, yani hazırda üretilmiş yalnızlığı. Nasıl ki taklit bir Picasso tablosu aslının kopyası olmaktan öteye geçemezse, konfeksiyon yalnızlık da insanın üzerinde eğreti durur.
Pek çok hayati eserleri Franz Kafka, Van Gogh, Sabahattin Ali gibi yaratıcı yalnızlara borçluyuz. Hayatın sızıntılarını, açıklarını, insanların bilinmez gizlerini bize fısıldarlar. Franz Kafka bunların başında gelir. Franz Kafka 21 Temmuz 1913’te günlüğüne, “Çok yalnız olmam gerekiyor. Tüm başarılarım, salt yalnızlığımın ürünüdür.” diye yazar. Bu noktada hayatını bir fıçının içinde geçiren ünlü filozof Diyojen’i anmadan geçemiyeceğim.
Büyük İskender ve Diyojen
MÖ 412 (veya MÖ 404) yılında dönemin Yunan kolonisi olan Karadeniz'in Sinope (Sinop) ilinde doğan Diyojen ilk yıllarını Sinop'ta geçirmiş, daha sonra babası ile birlikte Yunanistan’da Korint’e göç etmiştir. ilk yılları hakkında babası Hicesias’in kuyumcu ve sarraf olduğu bilgisi haricinde fazla kaynak yoktur. Diyojen, Antisthenes’in doğaya uygun yaşam çağrısına uymuştur. Hayatını son derece fakir olarak geçiren Diyojen'in içinde yaşadığı bir fıçısı ve bir çanağı vardır. Rivayetlere göre bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu gördüğünde “Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti” diyerek elindeki çanağı da atmıştır.
Büyük İskender ve Diyojen: “Gölge etme başka ihsan istemem!”
Aristoteles’in öğrencisi Büyük İskender felsefeye meraklı, filozoflara değer veren bir hükümdardı. Korint’e gelince, Diyojen’i ziyaret etmiş ve bir dileği olup olmadığını sormuştur. Diyojen ise bu soruya ünlü “Gölge etme başka ihsan istemem,” yanıtını vermiştir. Cevabı verirken işaret parmağıyla güneşi göstererek, "Benden bana veremeyeceğin şeyi esirgeme" demek istediğine inanılır. Daha sonraları İskender’in bu olay üzerine "Ünlü imparator Büyük İskender olmasaydım 'Diyojen' olmak isterdim" dediği rivayet edilir.
Demek istediğim o ki, sanılanın aksine yalnızlık sadece modern yaşamın bir getirisi değildir ve ta milattan öncelerinde bile komple yalnızlığı seçenler vardı.
“Kafka kadar yalnızım.” Kafka’nın yalnızlığı başkadır!
Kafka’dan söz etmişken Necip Tosun’un 2018 yılı 31 Nisan Arka Kapak Dergisi’ndeki yazısından bir alıntı ile devam edeceğim:
“Kafka’nın eserlerinin merkezinde yabancılaşma yer alır. Halk ve iktidar arasındaki yabancılaşma, insanın topluma hatta kendine yabancılaşması hep onun temel izleklerinden biri olmuştur. Ondaki yabancılaşma biraz da kendi hayatının bir yansımasıdır. Kafka Almanca konuşur, milliyet olarak Yahudi’dir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içerisindeki Çekoslovakya’da yaşar. Yani yabancılaşma, köksüzlük ve yalnızlık için her şey hazırdır. “Almanların gözünde Çek, Çeklerin gözünde Alman, herkesin gözünde Yahudi olan Franz Kafka”nın bu sürgün durumu bireysel yaşamı yanında bütün eserlerine de net bir şekilde yansır. Küçümsenen bir ırk olarak Yahudiliğini hep bir sorun olarak yaşar. Almanca yazan bir Yahudi olarak Alman yazar kabul edilmez. Prag’taki Yahudi gettosunda bu yalnızlığı acı bir şekilde yaşayacaktır. Bu anlamda yalnızlık onda bir yazgı olarak ortaya çıkar. Gustav Janouch: “Kafka’ya ‘O kadar yalnız mısınız?’ dedim, başını eğdi. ‘Kasper Hauser kadar mı yalnızsın?’ dedim. Kafka güldü. ‘Kasper Hauser’den de beter. Franz Kafka kadar yalnızım.’ dedi.”
Adı ne olursa olsun 21.yüzyılda Yalnızlık, insanı en yoğun şekilde etkileyen sosyal ve psikolojik bir olay haline gelmiştir.
Yalnızlık nedir?
Yalnızlık terimini ilk kullanan Freud olmuştur. 1939 yılında yazdığı makalesinde kişinin yalnızlık deneyimi yaşamasının içsel ruhsal yapısını tamamıyla değiştirebileceğini vurgulamıştır. Carl Gustav Jung’a göre yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygudur. Yalnızlık bir yandan hüzün, mahrumiyet, terk edilmişlik, dışlanmışlık, yabancılaşma ya da desteksizlik gibi olumsuz duyguları çağrıştırırken diğer yandan da, tek başına olabilmek, kendine yetebilmek, kendi kendine ayakta durabilmek, üretebilmek, inzivaya çekilerek verimli ve yaratıcı olabilmek gibi olumlu anlamları da içerir.
Batı Yalnızlığı ve Doğu Yalnızlığı farklı mı?
Batı kültürlerinde yalnızlık daha çok bireyleşme, ayrışma, bağımsızlaşma ve kendine yetme adına olumlu anlamlar taşır. Doğu kültürlerinde ve Akdeniz toplumlarında ise yalnızlığa daha çok hüzün, isteksizlik ve yabancılaşma gibi olumsuz çağrışımlar eşlik eder
Telefon, cep telefonu, televizyon, internet kullanımı ve sosyal ağlar hayatımıza girdikçe uzaklar yakın, özel alanlar kamusal, mahrem hayatlar aleni oldu. Ve dikkat edin, sosyal hayat da yerini yavaş yavaş bireysel hayata ve o da yalnızlığa bıraktı.
İstatistiklere göre, kalabalık metropollerde yaşayan insanlar kendilerini daha fazla yalnız hissediyorlar. Modern şehir hayatında aileler küçüldü, sosyal bağlar zayıfladı, komşuluk, akrabalık, ahbaplık, arkadaşlık ilişkileri yoğunluğunu ve maalesef önemini, değerini kaybetti. Hatta bazı değerlerin içi boşaldı; tüm bunların sonucu olarak da kalabalıklar içinde yalnız olmak kaçınılmaz son oldu.
Sonuç olarak
Yalnızlık hissi bazı insanların özellikle kendi seçimidir. Eğer kişiler yalnızlığı kendi seçmişse bu onun yaşam tarzı olabilir. Kısacası, yalnızlığını sevenlere diyeceğim şudur: “Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?”
Comments