Beşalah peraşasının sonlarına doğru, “Man” ile tanışmaktayız. Bene-Yisrael, çölde yiyecek bir şeyleri olmadığından şikâyet ederler. Bunun üzerine Tanrı gökten “Man” adı verilen mucizevi bir yiyecek yağdırır. Bu yiyeceğin tam mahiyetini bilmesek de, Tora’nın tarifine göre, kişniş tohumuna benzeyen küçük tane yığınları halinde gökten düşüyordu ve ballı gözleme tadındaydı. Hahamlarımızın aktardıkları geleneksel bilgiye göreyse Man kişinin düşündüğü herhangi bir yiyeceğin tadını alabiliyordu. Ballı gözleme tadı ise herhangi bir yiyeceği düşünmeyen kişinin aldığı tattı. “Man”ın bir başka özelliği de vücut tarafından tamamen özümsenmesi ve bedende hiçbir atık madde bırakmamasıydı .
Man her sabah Bene-Yisrael’in kampına yağardı. Bazıları daha fazla, bazıları daha az toplasa bile mucize eseri sonuçta herkes aynı miktarı topluyordu. Toplanmamış “Man”, ertesi sabaha bozuluyor ve yenemeyecek hale geliyordu. Dolayısıyla herkes ailesi için her gün Man toplamak durumundaydı ve bir günün yiyeceğini diğer güne bırakma lüksü yoktu. Bunun tek istisnası Cuma günleri Şabat onuruna iki kat Man yağmasıydı. Her gün ertesi güne bırakılan “Man” bozulurken, aynısı Cuma günleri Şabat için toplanan ilave porsiyon için geçerli değildi. Şabat öğünlerinde iki tam ekmek kullanmamızın kaynağı da Şabat onuruna iki kat miktarda yağan “Man”dır.
Bahsedilen özelliği nedeniyle “Man”, Bene-Yisrael için Tanrı’ya inancın bir simgesi ve ölçütü haline gelmiştir. Çöl yolculuğu boyunca herkes, Tanrı’nın insana günlük rızkını temin ettiği ve bunu istisnasız her gün yapmaya devam edeceği inancını ve bilincini geliştirmiştir. Diğer yandan man söz konusu inancın sınanmasında da etkili bir araç görevi görmüştür. Zira her gün sadece o gün için “Man” yağdığından, halkın ertesi günün yiyeceği için Tanrı’ya mutlak surette güvenmesi gerekiyordu. Çöl yolculuğu bu şekilde Bene-Yisrael’e özellikle geçim konusunda Tanrı’ya inanç ve güven eğitimi vermiştir. Bu açıdan “Man”ın mesajı, sadece çölde değil, aslında her devirde de, Tanrı’nın geçimimizi ihtiyaçlarımız doğrultusunda mutlaka karşıladığı, her günün rızkını bize mutlaka sağlayacağı şeklindedir.
Öte yandan, ilginç bir şekilde “Man”, bir bakıma halkın Tanrı’yı sınamasında da bir araç görevi görmüştür. Bu konuda peraşa’mızda mana dair ilk tecrübelerle ilgili yazılanları hep ilginç bulmuşumdur:
“Moşe onlara ‘Tanrı’nın size yemek üzere verdiği yiyecek budur’ dedi. ‘Tanrı’nın emri şöyle: Yemek ihtiyacınıza göre bundan toplayacaksınız. Kafa başı bir omer miktarında olacak şekilde, herkes çadırındaki kişi adedine göre alsın.’
Bene-Yisrael bu şekilde yaptılar ve bazısı çok, bazısı az topladı. Fakat omerle ölçtüklerinde, [gördüler ki] ne çok alanın fazlası ne de az alanın eksiği vardı. Herkes yemek ihtiyacına göre toplamıştı.”
Moşe onlara adam başı sadece bir omer kadar toplamalarını söylemektedir. Ama buna rağmen “bazısı çok, bazısı az” toplamıştır. Bunu, halkın miktara çok dikkat etmeden topladığı, ama sonunda herkesin eşit miktarda toplamış olduğunun ortaya çıktığı şeklinde yorumlayabiliriz. Fakat alternatif bir bakışla halk burada Tanrı’yı “Bakalım çok veya az toplarsak ne olacak?” diye denemiş olabilir. Devam edelim:
“Moşe onlara ‘Kimse sabaha kadar ondan artık bırakmasın’ dedi. Ancak bazıları Moşe’yi dinlemeyip, ondan sabaha artık bıraktılar; fakat [artıklar] böceklerle kurtlanıp kokuştu.”
Moşe onlara “Kimse sabaha artık bırakmasın” dedikten sonra bazılarının yine de talimata uymaması ilginçtir. Tabii ki burada da kötü niyet aramak zorunda değiliz. Çölde bulunan ve ertesi gün ne olacağını bilmeyen bir halkın, kendisine verilen yiyeceğin bir kısmını ne olur ne olmaz diye saklaması mantıksız değildir. Yine de pasuğun “Moşe’yi dinlemeyip” vurgusunu yapması, bazı kişilerin bunu kasten yaptığına işaret etmektedir. Devam:
“Cuma günü [normal şekilde toplamalarına rağmen sonuçta] iki porsiyon yiyecek toplamışlardı – kişi başı iki omer. Halkın tüm liderleri gelip [durumu] Moşe’ye bildirdiler.
[Moşe] Onlara ‘Tanrı’nın söylediği buydu’ dedi. ‘Yarın işten imtina günüdür; Tanrı adına kutsal Şabat’tır. Fırında veya normal şekilde pişireceklerinizi [bugünden] pişirin. Tüm arta kalanı da sabaha kadar kendinize saklayın.’
Moşe’nin talimatına uygun olarak [ertesi] sabaha kadar bıraktılar. Kokuşmadı ve içinde kurt belirmedi.”
Şabat’a dair açık bir mucize söz konusudur. Cuma günü her gün topladıkları kadar toplamışlar, ama sonunda iki kat topladıklarını görmüşlerdir. Normalde ertesi güne bıraktıklarında kurtlanan man, Şabat’a bırakıldığında bozulmamıştır. Bu da geçim konusunda mandan öğrendiğimiz ikinci mesajdır. Tora Şabat günü çalışmamamızı emrettiği gibi, o günün rızkını da hafta içinden hazır etmektedir. Bir sonraki aşama:
“Moşe ‘Onu bugün yiyin; çünkü bugün Tanrı adına Şabat’tır’ dedi. ‘Onu etrafta bugün bulamayacaksınız. Onu altı gün boyunca toplayın. Fakat yedinci gün Şabat’tır; [bu yiyecek, Şabat günü] olmayacaktır.
Yine de, yedinci gün halktan [bazıları] toplamaya çıktılar; fakat bulamadılar.”
Burada da halk içinde hâlâ Tanrı’yı sınayan kişiler olduğu açıkça görülmektedir. Moşe “çıkmayın, bulamayacaksınız” dedikten sonra, çıkıp aramanın ne âlemi vardır? Nitekim çıkmışlar ve bulamamışlardır! Geçim konusundaki üçüncü mesaj: Tanrı Şabat’a riayet etmemizi emretmiştir ve bizim geçim endişeleri nedeniyle Şabat günü çalışmamıza hiç yer yoktur. Her günün rızkını veren Tanrı, Şabat günü çalışmamamızı emrettiyse, üstelik Şabat’ın ihtiyacını önceden zaten temin etmişse, Şabat günü çıkıp çalışsak bile “bir şey bulamayız”. Bulduğumuzu sanıyor olabiliriz, ama gerçekte bulmuş değilizdir. O günün kazancı bir şekilde boşa gidecek, bereketsiz olacaktır; sonuçta Tanrı’nın talimatına aykırı davranmış olmakla baş başa kalmış oluruz.
Bu konuda yazacaklarımı tamamladım, ama bu vesileyle başka bir konuya değinmek istiyorum. Bene-Yisrael içinde bir kesimin her durumda ters bir şeyler yapma eğilimi gerçekten de hayret vericidir. Kendilerine yiyecek verilmekte, onlar miktarlarla oynamaktadırlar. Geriye artık bırakmamaları söylenmekte, onlar özellikle artık bırakmaktadırlar. Şabat günü toplamamaları söylenmekte, onlar özellikle çıkıp aramaktadırlar. Bene-Yisrael’in Tanrı ile olan tecrübeleri dikkate alındığında bu tavır hakikaten çok tuhaftır.
Bene-Yisrael’in, yine manla ilgili olarak peraşamızda değil, Beaaloteha peraşasında başka şikâyetleri de vardı. Örneğin “… bu kalıntısız yiyecekten bıktık…” (Bamidbar 21:5) diyorlardı. Bunun sebebi, başta da belirttiğim gibi, mucizevi bir yiyecek olan manın, bedene tamamen özümsenip hiç atık üretmiyor olmasıydı. Oysa hepimiz sindirim sistemimizdeki rahatsızlıkların ne kadar sinir bozucu olabildiğini biliriz. Ayrıca Hahamlarımızın aktardığına göre her ne kadar man istenen her yiyeceğin tadını alabiliyor idiyse de bunun sayılı birkaç istisnası vardı – ve halk içinde tam da o eksik tatların eksikliğinden yakınan kişiler olmuştur!
Sanırım önceki neslin önemli Amerikalı Tora liderlerinden Rav Avraam Yaakov Pam bu durumu gayet iyi bir şekilde özetlemiştir: “Dünyada iki çeşit insan vardır” demişti Rav Pam: “Her zaman mutlu olanlar ve hiçbir zaman mutlu olmayanlar. Eğer bir kişi “Man” gibi muhteşem bir şeyden memnun olamıyorsa, o zaman hiçbir şeyden memnun olamayacaktır.”
“Man”, insanın mutlu olmasının, bazı şeylere sahip olup olmamasıyla hiç ilgisi olmadığının en güzel kanıtıdır. Mutluluk, insanın hayata bakış açısına bağlıdır. Bazı kişiler çok az şeyle çok mutlu olurken, bazıları da, çok zengin olmalarına rağmen mutluluğu yakalayamamışlardır. İşte, “Man”dan alınması gereken bir ders de budur. İnsan ya hayata olumlu bakmayı öğrenir ve payına düşenle mutlu olur, ya da hiçbir zaman mutlu olamaz.
Ama acaba benzer bir tavrı günümüzde de görüyor değil miyiz? Her şeyden şikâyet eden, dünyadaki herkesin hayran kaldığı konuların ardında bile mutlaka olumsuz bir şeyler arayan insanlar yok mu aramızda? En basitinden şu aşı konusuna bir bakalım. Politika konusuna girme niyetim yok. Başbakana hiçbir zaman oy vermedim, vermeyi de düşünmüyorum. Ama diğer birçok konunun yanında aşı konusunda da müthiş bir iş çıkardığını inkâr edemem. İtalya ve diğer bazı AB ülkelerinin, aşıları üreten şirketleri, “aşı temin programına uymadıkları için” dava etmeyi planladığı bir ortamda ülkemiz, inanılması güç bir şekilde aşı konusunda yeterli tedariki elde etmeyi, Pesah bayramından önce isteyen ve aşı olabilecek herkesi aşılayabilecek kapasiteyi bulmayı başarmış. Hâlâ bu konuda bin bir dereden su getirerek yapılan eleştiriler durmuyor. Hayata ve duruma bu kadar olumsuz ve tersinden bakmak da sanırım özel bir yetenek gerektiriyor. Nasıl derler? Ktsat proportsya!
コメント