top of page

Londra-Paris- Tel Aviv: Bir Mizah Yolculuğu

 Zor zamanlarımızda, bazen, beklenmedik yerlerden bir yardım geliverir. Londra’dan Paris’e yaptığım tren yolculuğu sırasında, savaşın belirsizliği ve eve dönemememden dolayı pek keyfim yoktu. Bu ruh hali içindeyken tren yetkilisinin sıradan olmasını beklediğim anonsunu duydum.” Valiziniz Notre-Dame Katedrali boyutundaysa, lütfen arkada bırakın.” Bu mizahi yaklaşım gülümsetti. Ardından sigara içilmemesi gerektiğini belirtti, ama bunu “Lütfen kızgın sesimi burada kullandırmayın,” diyerek dile getirdi. Daha sonra yardımcısını tanıtırken, onun “kendinden daha genç ve  daha yakışıklı” olduğunu söyleyerek yolcuları güldürdü. Paris’e varış anonsuna ise “Sizin favori kondüktörünüz” sözleriyle başladı.

 

İngilizlerin kuru mizahı iyi gelmiş olmalı ki, içimdeki ağırlık biraz olsun hafiflemişti.  Bu deneyim bana Romain Gary’nin mizahla ilgili görüşlerini hatırlattı. “Mizah, bir onur ifadesidir, insanın başına gelen her şeye karşı üstünlüğünün bir ilanıdır.” Mizahın gücü tam da burada yatar. Gary, Fransız bir yazar ve diplomat olarak, mizahı insanın onurunu koruma biçimi olarak görüyordu. Mizah, insana yaşamın ağırlığını hafifletmek ve ona yeniden bağlanmak için bir alan açar.

 

Bir yandan İngiliz mizahının ince zekâsıyla moral bulurken, diğer yandan Romain Gary’nin Fransız kültürüne dayanan derin bakış açısını hatırladım. Tam da bu iki kültür arasında bir yolculuk yaparken, aslında mizahın evrensel bir dayanıklılık aracı olduğunu bir kez daha fark ettim.

 

Viktor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” isimli çok bilinen kitabında mizahın gücünü şöyle ifade ediyor: “Toplama kampında mizahın olması insanı çok şaşırtabilir. Ancak mizah, ruhun kendisini koruması için kullandığı bir silahtı, bir kaç dakika ve saniyeler için olsa bile...” Kamplarda mahkûmlar, geceleri tiyatro oyunları sergiler ve yaşamın karanlık gerçeklerini mizahla hafifletirdi. Bu tür bir direniş, insan ruhunun gücünü kanıtlayan anlardır.

 

 

Tel Aviv’e döndüğümde, bu düşünceler daha da pekişti. Mizahın etkisi, İsrail gibi toplumsal dayanıklılığın güçlü olduğu bir ülkede daha geniş bir anlam kazanıyor. Savaş dönemlerinde bile mizah, insanların dayanıklılığını artıran ve toplumu bir arada tutan bir araç olarak öne çıkıyor.

Sabaha karşı gelen füze alarmları günlük rutini de etkiliyor. Gece yataktan fırlayıp sığınağa kaçmak zorunda kalan insanlar, ertesi gün zombiler gibi işlerine veya okullarına gidiyor. Ancak bu durum, sosyal medyada mizahi bir şekilde ele alınıyor. İnsanlar, “Bu gece füze kaçta gelir?” ya da “Uyumuyorum, bekliyorum,” gibi esprili paylaşımlar yaparak durumu hafifletiyor. Bu tür mizah, yalnızca bireylerin stresini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda toplum içinde “yalnız değiliz” duygusu yaratıyor.

 

Popüler televizyon programı “Eretz Nehederet” (Harika Bir Ülke) bu tür mizahı işleyen bir platform. Füze alarmları ve Yemen’den gelen füzelerle ilgili bir bölümde, halkın her gece uyanmak zorunda kaldığı bu durumu esprili bir şekilde ele aldı.

 

Savaş, alarm, füze gibi deneyimlere adapte olmaya çalışırken, bu konulara  hem de tam olay yaşanırken  gülebileceğim hiç aklıma gelmezdi:

Uzun bir aradan sonra arkadaşımla birlikte deniz kıyısında yürümeye cesaret ettik. Orada füze alarmı olursa sığınak yoktu ve ben dışarda yakalanmaya alışık değildim. Tam güneşin batışını izlerken alarm çaldı. Kaçacak yer olmadığından bize öğretilen gibi yere yüzüstü yatıp başımızı ellerimizle kapattık.  Füze parçalarının düşme ihtimaline karşı on dakika o şekilde kalmamız gerekiyordu. O an panik içindeydim ama benden daha rahat olan arkadaşımı endişelendirmemek için, bir şeyler söylemeye başladım. “Gömleğimi de daha yeni yıkamıştım” “Biz de mi bu anı fotoğraflasak?” gibi. On dakika yerde kalma kuralına bir tek ben uymuş olmalıyım ki, yanımdan geçenler iyi olup olmadığımı sordular. Gülmek durumu daha katlanılır hale getirdi. Öyle bir anda gülebilmeyi düşünemezdim. Ama mizah, o anda panikle başa çıkmamı sağladı. Önce savunma sistemine, sonra da mizahın gücüne minnettarım.

 

Israelli yazar Etgar Keret, onunla yaptığım söyleşide mizahı sadece hikayelerinde değil yaşamında da kullandığını belirtti: “Mizahı arabalardaki kaza olunca açılarak hayat kurtaran hava yastığına benzetiyorum. Ona en çok bir şeyler yolunda gitmeyince ihtiyacımız var. Hüzün ile iyimserlik bir arada olabiliyor. Olaylar tuhaflaşınca, yaşamın üstesinden gelmek zorlaşınca mizah yeteneğim devreye giriyor.”

 

Deneyimlediklerimize mizahi gözle bakabilmek olayları görmemezlikten gelmek ya da duygularımızı bastırmak demek değil, hayatın zorlayıcı şartlarına rağmen olanı kabullenip gülebilmektir.  Charlie Chaplin’nin dediği gibi: “Gerçekten gülebilmek için acını alıp onunla oynayabilmen gerekir.” Bir çoğumuz mizah kullanmayı başarabiliyoruz. Farkında olarak ya da bilmeden ruhumuzu korumaya alıyoruz böylelikle. Mizah, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda bir direniş biçimi, bir onur ifadesi ve yaşamla bağ kurmanın güçlü bir yolu. Acı ve hüzün varsa, iyi ki mizah da var.

Suzi SABANER











Etiketler:

Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page