top of page

Kalbimin Yarısı Türkiye’de


(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)




Dün gece Londra’nın 2,5 saat (160 km) kadar Batı’sında Bath kentinden döndük. Bir akşam önce “Copenhagen” adlı oyunu izlemiştik. Hitler Almanya’sının önde gelen nükleer fizikçisi Werner Heisenberg’in 1941’de işgal altında Danimarka başkentine yaptığı ziyarette meşhur fizikçi, yarı-Yahudi Niels Bohr ile konuşmalarını konu alıyordu. Oğlumuz Philip’in oynadığı Heisenberg, Nazilerin atom bombası projelerini isteyerek yavaşlatıyor muydu? Yoksa Bohr üzerinden Amerikalıların ne yaptığını öğrenip hızlandırmaya mı niyetliydi? Tüm düğüm buydu. Almanya Bombayı geliştirseydi savaşın akıbeti kesin değişirdi.


Üç hafta kadar evvel de İngiltere’nin güneybatısında Devon ve Cornwall yörelerini gezmeye gitmiştik. Muhteşem bir doğa, yemyeşil çayırlar, göze batabilecek tek bir reklam panosu, bina veya çirkin yapılaşmanın yer almadığı doyumsuz tepeler ve vadiler. Tek katlı evlerden oluşan bir köy, kuralları belli, yaşam tarzı ahengli ve cazip. Büyük şehirlerden onbinlerce aile bu tip İngiliz kırsalında yaşamayı tercih ediyor.


Beş yıldan bu yana yerleştiğimiz Londra’ya alıştık. Covid-19 karantina süresince belki dünyanın en özgürlükçü ve serbest yaşamını benimsedik. Parklarda ve ormanlarda, yürümek hatta koşmak teşvik dahi edildi hükümet tarafından. Evde kalma mecburiyeti hiç olmadı. Bu süre zarfında yeni arkadaşlar edindik, kültür ve sanat yaşamına uyarladık kendimizi. Torunlarla gezmelere çıktık, onlara kitaplar okuduk. Eşim müze ve sergilerle çoştu. Kısacası mutluyuz Birleşik Krallık’da ve 2016 başlarında verdiğimiz yaşamsal kararın doğruluğunu gözlemliyoruz.


Fakat kalbimizin yarısı Türkiye’de kaldı. Mayıs 2016’da İstanbul’dan ayrılmamızdan bu yana ne kadar değişti 70 yılımı geçirdiğim ülkem! Önceleri ekonominin daralması ve döviz krizleri yavaş ilerliyordu. Şimdi ise izlemekte zorlanıyorum. Yolsuzluklar, suistimale açık yasalar, iktisadi ve sosyal hatalar, insan haklarında bu oranda gerileme, demokrasiye vurulan darbeler…


Bizim kuşak ki 1960 darbesini, 1970’lerin sağ-sol çatışmalarını, 80’lere doğru dövizsizlik sıkıntılarını, 90’ların siyasal kaosunu yaşamış, deneyim edinmiş ve ülkenin sarmallarına karşı korunmuştuk. Hani nerede?


Her sabah uyandığımda önce lise sınıf arkadaşlarımın whatsapp grubuna giriyor, güvendiğim mecralardan Türkiye haberlerini alıyor, yorumları dinliyorum. Dostlarım, tanıdıklarım, ailemin bir kısmı için kaygı içerisindeyim. Kalbim sıkışıyor, haykırmak istiyorum: “Vakit varken terk edin!”. Sonra kendime geliyorum: “Yok, yok bir yerlere gitmeyin, biz de bu yaz geleceğiz köyümüze, muhakkak görüşeceğiz”.


Bu kadar büyük umutlar beslediğim, 10 yıl boyunca idealist bir ruhla 30-40 ili ziyaret edip yüzlerce gence özgüven aşılamaya çalıştığım, projelerine ortak olduğum yurttaşlarım büyüdüler, serpildiler…fakat mutsuzlar. Ben ara ara dönmeyi düşünürken, onlar ayrılmayı hedefliyorlar. Gelecekten beklentileri kırılmış, fırsat eşitsizliğinden yakınıp duruyorlar.


Türkiye bu kadar kötüsünü gördü mü 1950’den sonra? 70’lerdeki günlük öldürülme sayısına ulaşmadık. İthalat borçlarımızı ödemeye devam edebiliyoruz. Putinvari cinayetler yok…henüz!


Rusya ile de kıyaslamak da aşırıya kaçtı. Türkiye’nin demokrasi deneyimi çok daha eski, derin ve yaygın. Batı ittifakından ayrılmadık, vatandaşlarımız çocuklarını ve ürünlerini Avrupa ve Amerika’ya yollamayı tercih ediyorlar. İktidar yanlıları dahi “Yavrumu eğitime Moskova veya Beijing’e göndereceğim” demiyor.

Ümidim var! Kış sert geçecek, bazı evler yıkılabilir depremde, birçok hayat sönecek yakında fakat sonrası günlük güneşlik.

Görür müyüm? O başka!


Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page