Yazımın başlığına bakıp bu haftaki yazımda size Babil Kulesi ile ilgili bir şeyler kaleme aldığımı sanmayın sakın. Oysa Soli Levi arkadaşımın deneyimledikleri Babil Kulesi’ni oldukça anımsatıyor ve deneyimleri ile ilgili bana yolladığı yazı çok güzel bir mesaj içeriyor. İşte bu nedenle bu haftaki köşemi Soli Levi arkadaşıma bırakıyorum. Bakın neler anlatıyor…
“Ben kendimi birdenbire Babil Kulesi’nde buldum. Bir perşembe gece yarısı sanki yatağımın içinde demir parçaları varmış gibi çok kuvvetli bir ağrı ile uyandım ve sabahı zor buldum.
İki sağlık kurumuna gittim ve hiç birinde doktor yoktu. Neyse ki üçüncüsünde doktoru buldum. Doktor muayene ettiğinde ciğerlerimdeki ses hoşuna gitmedi ve beni sakin ve pek büyük olmayan bir hastaneye sevk etti.
Acilde yapılan röntgen ve tahliller sonucunda akciğerde bir iltihaplanma tespit edildi.
Hastaneye girer girmez etrafımda gördüğüm sağlık personelinin onda sekizi İsraelli Araplar idi. Hepsi de harıl harıl çalışıyor, güler yüzleriyle hastalara güç veriyorlardı.
Beni ilk muayene eden, Amerikan şiveli genç bir kadın doktordu, daha sonrasında güler yüzlü ve ilgili bir Arap doktordu. Yatmam gerektiğini söyledi.
Uzun saatler geçtikten sonra henüz acilde iken bana genç sempatik yüzlü bir Arap hasta bakıcı serum taktı ve serum bittikten sonra beni odaya aldılar. Rus hanım doktor bana birçok sorular sordu daha önceki şikayetlerimi anlattım ve hemen bir serum daha takılmasını söyledi.
Hastanede kaldığım 4 gün boyunca gözlemlediklerim beni çok şaşırttı. Araya cuma akşamı girdiğinden Shabat mumu yaktırmak için gelen gönüllü hanım kolumda serum ile kalkamayacağımı görünce ismimi sorup benim yerime kendisinin mum yakacağını söyledi.
Hastaların, hasta yakınlarının ve personelin konuştuğu lisanlar Rusça, Arapça, İbranice, İngilizce ve az da olsa Türkçe idi. Personel son derece sevimli güler yüzlü ve samimi bir şekilde çalışan ideal sağlık personelleriydi. Türkiye’den olduğumu duyduklarında İstanbul'u çok kere ziyaret ettiklerini ve oraya hayran olduklarını söylediler.
Kaldığım odada, aramızda sadece bir perde ile ayrılan bitişik yatakta yaşlı ve aciz bir kadıncağız vardı. Etiyopyalı olduğunu sandığım hemşire ve Mustafa isimli hasta bakıcı, kadıncağıza ismi ile seslenerek sevgi ifade eden Rusça bölük pörçük kelimelerle, şarkı eşliğinde yıkamaya ve beslemeye çalışmaları beni son derece duygulandırdı.
Bana gelen hemşire, hasta bakıcı, yemek getirenler, nefes fizyoterapisti ve doktorların hepsi güler yüzlü sevgi dolu fedakâr insanlardı. Bu yazıyı yazmamın sebebi, İsrael’in dünyada tanındığı gibi olmadığı ve Yahudi, Müslüman veya Hıristiyan herkesin uyum içinde, çalışmalarını ve yaşamlarını idame ettiklerini anlatmaktı.”
Yaklaşık altı yıl kadar önce İsrael’e Aliya yapmış arkadaşım Soli Levi Yahudi, Müslüman veya Hıristiyan herkesin uyum içinde çalıştığı hastane ortamında edindiği olumlu izlenimi dile getirirken oradaki lisan çeşitliliğini Babil Kulesi örneğine benzetti. Tevrat’ın Yaratılış kısmında Babil Kulesi’nden bahsedilir. Noah’ın oğulları Büyük Tufan’dan sonra Sinar’da (Sümer) yerleşmiş, orada bir kent ve göklere yükselen bir kule yapmak istemişler.
Efsaneye göre Tanrı kendine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o döneme dek aynı dili konuşan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Dini açıklamasıyla bu efsane insanın kusurluluğunu, Tanrı’nın kusursuzluğu ile kıyaslamak ve dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.
Soli Levi’nin 4 günlük hastane deneyimi sırasında karşılaştığı lisan bolluğu, etnik ve dini çeşitlilik ülkemizdeki zenginliğin bir mikro yansıması değil mi? Arapça, İngilizce, Rusça, Amharca (Etiyopyalıların dili), İbranice, Türkçe… Yahudi’si, Hristiyan’ı, Müslümanı… Önemli olan tüm farklılıklara rağmen uyumlu bir birlikteliği yakalamak ve yaşamak değil mi?
Sevgiyle kalın…
Comments