top of page

İSRAEL’İN TERCİHİ: BEDEN Mİ, RUH MU?




İsrael, neredeyse kesinlikle Hamas’ı tamamen yok etmek mi, yoksa geri kalan rehineleri kurtarmak mı gerektiğine karar vermek zorunda kalacak

Sara Yanarocak


Bu savaşla ilgili her şey mantığa aykırı olduğundan son zamanlarda sık sık hayatımızın akışında, iki elimiz de kanda olduğu zaman yapmak zorunda kaldığımız seçimleri düşünüyorum. Hani yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal gibi bir deyim vardır ya, işte aynen öyle.

İsrael’in şimdi aynı şeyle karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Bu mesele oğullarımız ve kızlarımız arasında değil, varoluş sebebimizin iki yarısı arasında. Hamas’la olan savaş bizi İsrael’in bedeni ile milletimizin ruhu arasında bir seçim yapmaya zorluyor.


Her devletin kuruluş aşamasında, kendi vatandaşıyla yaptığı yazılı olmayan bir sosyal kontrat bulunur. Bu kontrat vatandaşını yalnızca fiziksel olarak değil aynı zamanda ahlaken ve ruhen güvence altına alma sözü verir. Kuşkusuz bu kontrat Yahudilik inancı ve demokrasi değerleri üzerine kurulmuştur. Bu iki ana sütun üzerine inşa edilen bu devlet kendi vatandaşıyla olan bağını adeta kutsallaştırmıştır. Devlet, kendisini savunmak için cepheye gönderdiği askerlerin veya rehin alınmış olan sivillerini asla geride bırakılmayacağına ant içmiştir.


Tsahal (İsrael Savunma Kuvvetleri),1976’da kaçırılan Air France uçağındaki rehineleri korumak için Uganda, Entebbe’ye komandolar gönderip askeri harekât düzenledi. Buna benzer şekilde, beş yıl sonra da Irak nükleer reaktörünü (Osirak) havaya uçurmak için savaş uçakları gönderdi. 1967’de toplanan Arap ordularına karşı önleyici bir saldırı başlatan İsrael, 1980’lerde ve 90’larda Etiyopyalı Yahudileri hava yoluyla ülkeye taşıdı. İsrael 75 yıl boyunca her iki kuruluş amacına da ulaşmayı başardı: hiçbir çelişki olmadan hem toprakları hem de halkını korumak.


Aradan yıllar geçti. Geçtiğimiz yıl boyunca yargı reformu kapsamında devletin ruhu yine tartışmaya açıldı. Tam da devlet Yahudi ve demokratik kimliklerini uzlaştırmaya çalışırken 7 Ekim saldırısı geldi. Hamas bizi hazırlıksız yakalamaktan çok daha fazlasını yaptı. Bizi doğrudan devletin iki hedefi arasında, kelimenin tam anlamıyla bizi can evimizden vurdu.


Eğer Hamas sadece 1200 İsrael’liyi katletmiş, yakmış ve tecavüz etmiş olsaydı ve hiçbirini rehin almasaydı, İsrael Gazze’de çok daha hızlı bir şekilde ilerleyip ve tünellerini deniz suyuyla doldurarak hiç tereddüt etmeden ezebilirdi. Tersine, eğer Hamas hiçbir İsrael’liyi öldürmemiş olsaydı ve yalnızca rehin alsaydı, İsrael onları İsrael hapishanelerindeki tüm teröristlerle takas edebilirdi. Ancak Hamas vahşice hem toptan cinayet hem de toplu adam kaçırma yaptı.


Anneler,” askeri zaferi unutun” diye bağırdı.” İsrael’in tek hedefi rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamaktır. Eğer devlet, çocuklarımın bir gün esir düşmesi durumunda onları kurtarmak için her şeyi yapmayacaksa, onları nasıl askere gönderebilirim?” diye çığlıklar atmaya başladılar. Babalar bu çığlıklara şöyle cevap veriyorlar: “İsrael Devleti olmadan, ordumuz nasıl olacak? Oğullar askere gitmezse devleti kim koruyacak?”

Şimdi İsrael’in tercihi ne olacak?


Bu İsrael’in temel ve kâbus gibi ikilemidir. Ya caydırıcılık gücümüzü yeniden tesis etmeye ve yerinden edilmiş 200.000’den fazla İsrael’liyi evlerine döndürmeye öncelik vereceğiz, ya da öncelikle rehinelerin özgürlüğünü güvence altın almaya odaklanacağız. Ya İran’ı ve onun vekillerini bize bir daha asla saldırmamaya ikna edeceğiz ve diğer Arap ülkelerini de boyun eğmez bir Yahudi Devletiyle barış yapmaya ikna edeceğiz, ya da İsrael’in, İsrael’li kardeşlerimizi asla terk etmeyeceğimize dair yeminini yerine getireceğiz. Ya savunmasız hale gelebilecek bir İsrael’i, ya da vatandaşlarımızın artık savunmaya istekli olmayabileceği bir İsrael’i kabul edeceğiz.


Beden mi ruh mu, karar vermek zorundayız ama İsrael ikisini de seçmeyi reddetti. Bunun yerine, sanki bunlar birbirlerini dışlamıyormuş gibi, Haması yok etmek ve rehineleri kurtarmak gibi ikili bir hedef ilan ettik. Ancak yine de, tam bir azim ve birliklerimizin kararlılığı sayesinde, her iki hedefe de aynı anda ulaşmayı başardık. Derecesi düşürülen ve Tsahal tarafından kuşatılan Hamas bir anlaşmayı tercih etti.5 günlük ateşkes karşılığında 50 İsrael’linin serbest bırakılmasını kabul etti. Bu anlaşma yürürlükte iken, İsrael ateşkesi uzatmayı teklif etti. Serbest bırakılan her on rehineye karşı Tsahal, ateşini bir gün daha kesecekti. Bu kabul edilseydi bu anlaşma, İsrael’in bir kez daha İsrael’lileri kurtarmaya, devletin kendisini kurtarmaya öncelik vereceğini anlamına geliyordu. Ama Hamas yine kıymet bilmedi, yan çizdi, anlaşmayı ihlal etti. Bombardımanlar yine başladı. Şimdilik seçim ertelendi.


Ama ne kadar süreyle? Sonuçta Hamas, son rehineler bırakıldığında, Tsahal’in onlara ne yapacağını çok iyi bildiği için tüm rehineleri serbest bırakmayacak. Sonunda İsrael neredeyse kesin olarak teröristleri tamamen yok etmek mi, yoksa geri kalan rehineleri kurtarmak mı gerektiğine karar vermek zorunda kalacak; bir kez daha ulusal bedenimizle ruhumuz arasında seçim yapmak zorunda kalacak.


Ancak üçüncü bir seçenek daha mevcut. Savaşın amacını Haması yok etmekten, Hamasın kayıtsız şartsız teslim olmasını yeniden şekillendirmek için hala zaman var. FKÖ’nün 1982’de Beyrut’tan Tunus’a tahliyesini hatırlayalım. Bugün de teröristler Cezayir’e Libya’ya ya da İran’a doğru yola çıkabilirler. Esirlerimiz de aileleri ile birleşebilirler.

İsrael bu kaderden kurtulabilir. Hamas üzerindeki askeri baskıyı sürdürerek ve daha fazla müzakereye kapıyı açık tutarak devletimizi savunabilir ve savunucuları da kurtarabiliriz. İkili amacımız olan bedenimiz ve ruhumuz korunabilir.

Yaklaşan Hanuka bayramının ülkemize ve dünyaya ışık getirmesi dileğiyle, sevgiyle kalın



Yorumlar


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page