Dün gece sığınaktaydık. Sığınak dediğim apartmanın bodrum katı. Altıncı kattan merdivenleri yürüyerek indik. Roketleri atan Hizbullah olunca alarm sesinden sonra güvenli korunağa girmek için sadece bir dakikamız var iken, bu kez İran’dan gelen balistik füzelere karşı süre uzuyor, 12 dk.
Bodrumda 50-60 kadar insandık, çoluk çocuk, yaşlılar, gençler, bebeler, köpekler…Tam bir temaşa. Önceden Wi-Fi ayarlanmış, TV var, su dağıtılıyor, küçük çocuklar halı üzerinde Ipad’leri ile oynuyor. Bir bebenin uyku vakti geldi, ağlıyor. Köpekler deneyimli…havlamıyor, birbirlerine hırlamıyorlar. Peş peşe bummm sesleri, çok yakından duyulan patlamalar. Korku yok, herkes bir kibar… komşusuna iskemlesini uzatıyor.
Bu deneyimi aslında ülkenin kuzey halkı yıllardır gün be gün yaşadı. Aynı şekilde Gazze yakınındaki Yahudi kentleri 7 Ekim öncesine dek sürekli Hamas’ın saldırılarına karşı sığınaklara girdi.
Körfez Savaşı’nda oldukça farklıydı. Yıl 1991…Başlangıçta Irak’ın gönderdiği füzelerin kimyasal başlık taşıdıklarından korkuldu. Biz de herkes gibi bütün aile, maskelerimizle iyice tecrit edilmiş (Heder Atum) bir odada saatlerce bekledik. Sonuç… Irak parçalandı, Saddam Hüseyin’in sonu malum…
Birinci Lübnan Savaşı’nda (1982) Arafat Tunus’a sürüldü. Lübnan bölündü; ülkenin kuzeyi Suriye’nin, güneyi İsrael’in kontrolu altına girdi. Filistinlilerin yerine bölgede güçlenen Hizbullah’ın saldırılarının yol açtığı kayıplar nedeniyle 2000 yılında dönemin başbakanı Ehud Barak ordunun Lübnan’dan çekilmesine karar verdi.
Ne var ki Güney Lübnan’ın boşaltılması bir fayda vermedi; 2006 yılında Suriye ve İran’ın desteklediği Hizbullah terör örgütünün İsrael-Lübnan sınırında sekiz İsrael askerini öldürmesi ve iki askeri esir alması üzerine Ehud Olmert savaş ilan etti. 33 gün süren savaş sonrasında ateşkes kabul edildi ve Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararı uyarınca Litani Nehri’ne kadar UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak İsrael ordusu bölgeden geri çekildi.
Bugün 18 yıl sonra gelinen noktada, gücünü kat ve kat artıran Hizbullah’ın, 1701 sayılı kararı hiçe sayarak, 7 Ekim’den bu yana her gün İsrael’in kuzeyini bombalaması ve binlerce roket göndermesi sonucu, ülkenin kuzeyindeki 60 bin kişi bir yıldır kendi ülkesinde göçebe durumuna düştü. Dünyada hiçbir devlet bu duruma göz yumamaz, yummaz.
Nitekim bir yandan Gazze’de Hamas terör örgütüne karşı savaşı sürdüren İsrael, Yemen’den Tusilerin gönderdikleri roketlere karşı1.800 km. uzaklıktaki liman, havaalanı ve yakıt depolarını bombaladı. Bu operasyon, Iran dahil ulaşamayacağımız yer yoktur mesajını vermekteydi.
Hizbullahın kullandığı üç bin biper ve çağrı cihazına yerleştirilen tahribat gücü yüksek mini patlayıcıların aynı anda ateşlenmesi sonucu üst düzey yöneticilerin ölmesi dünyayı hayretler içinde bıraktı.
İsrael’in hava saldırısında ölen Hizbullah lideri Abbas Musavi’den sonra 1992 yılında yerine geçen ve yirmi yıldır sığınağından çıkamayan Hasan Nasrallah’ın ve akabinde onun yerine geçecek olan Haşim Safiyüddin’in ortadan kaldırılması (?) Müslüman Şii dünyasında intikam duygusuyla karışık büyük bir şaşkınlık yaratırken, Sünni Müslümanlarda tatlı dağıtmaya kadar giden gizli bir sevince yol açtı.
Hizbullah pes eder mi? Geçmişteki acı deneyimlerden Lübnan çamuruna bulaşmamak gerektiği biliniyor. Bu nedenle İsrael kara hareketini sınırlı tutmak amacında. Ancak yılanın başı İran ezilmedikçe bölgeye barış gelmeyecek. Nitekim Devrim Muhafızları İsrael’in İran’ın petrol tesislerine saldırması durumunda kendilerinin de Suudi Arabistan, Bahreyn, Azarbeycan ve BAE’nin petrol tesislerini vuracakları tehdidinde bulundu. Bölgede bir egemenlik, bir vekalet savaşı verilmekte… tarafları da belli.
Yeni yılda rehinelerin geri dönmeleri, dünya için tehlike arz eden Molla rejiminin son bulması ve Türkiye’nin bu vekalet savaşında doğru safta yer alması dilekleriyle Shana Tova ve Hatima Tova…
Av. Yakup BAROKAS
Comments