Knesset geçtiğimiz hafta Başbakan Binyamin Netanyahu’nun “küçük bir düzeltme” olarak nitelendirdiği Yargı Reformu tasarısının ilk adımını oluşturan “İlat HaSvirut” (Makuliyet gerekçesi)ni kısıtlayan/kaldıran yasayı 64 oyla kabul etti. Şimdi ne olacak? Knesset’in yeniden çalışmaya başlayacağı ekim ayında kalınan yerden devam mı edilecek? Bagatz (Yüksek Mahkeme) kabul edilen yasayı iptal edecek mi? O tarihe kadar protesto gösterileri devam edecek mi?
Bagatz’a aşırı bir yetki tanıdığı ileri sürülen “Makuliyeti gerekçesi” İsrael hukuk sistemine 1950’li yıllarda İngiltere’den girdi. Kısa bir hukuki açıklamada bulunalım.
Ceza hukukunda bir suçun oluşabilmesi için yasada bu suçun unsurlarını tanımlayan bir hükmün yer alması gerekmektedir. Ancak kamu hukukunda ceza hukukundan farklı olarak, örneğin “kamu yararı” gibi kısmen sübjektif kriterler yer alır. Yeni düzenleme ile İsrael’de hükümet, başbakan ve bakanların her türlü atama/atamama ve tasarrufları yargı denetiminin dışında tutulmaktadır. Bu durum yargının gücünü sınırlarken, yürütmeninkini son derece artırmaktadır.
Oysa demokrasilerde olmazsa olmaz bir kural olan “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi, yürütme, yasama ve yargı erklerinden birinin fazla güçlenmesinin önüne geçilmesini ve insan haklarının korunmasını öngörmektedir. Örneğin ABD’de devlet başkanı, yargı, Senato ve Temsilciler Meclisi arasında tam bir denge mekanizması mevcuttur.
Kuvvetler ayrılığı sisteminde vatandaşın dokunulmaz nitelikteki hakları Anayasalarda yer alır. Maalesef dünyada demokrasinin en ileri ülkeleri arasında yer alan İsrael’in bir anayasası yoktur. Yargı Reformu ile getirilmek istenen değişiklikler büyük bir kesimde demokrasinin elden gittiği kaygılarını uyandırmaktadır.
Tarihi perspektife kısaca değinelim;
İsrael demokrasi ile yönetilen ve Anayasası bulunmayan dünyadaki üç ülkeden biridir. “Megilat Atsmaut” (Bağımsızlık Bildirgesi)’nde kurucu bir meclisin bir “Huka” (Anayasa) hazırlamakla görevli olacağı ve sonrasında bu meclisin dağılacağına ilişkin hüküm yer almaktadır. Ne var ki bu amaçla 1949’da seçilen komisyonda uzlaşmanın sağlanamaması ve David Ben Gurion’un Menahem Begin’in itirazına karşın; “şimdi sırası değil, şartlar oluşunca bir anayasa hazırlanır” demesiyle kurucu meclis dağılmadı, sıradan bir parlamento olarak görevine devam etti. Süreç içinde Anayasa’nın gelecekte yapısını oluşturacağı varsayılan 13 adet “Temel Yasa” kanunlaştırıldı.
1992 yılında Knesset iki Temel Yasa daha kabul etti; “İnsan Onuru ve Hürriyeti” (Kvod Adam ve Heruto) ile “Çalışma Hürriyeti” (Hofeş Haİsuk) temel yasaları… Bu iki kanun Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan insan hakları özgürlüklerini düzenleyen maddenin bir ifadesiydi. Ancak bu Temel Yasaların 120 kişilik mecliste 32’ye karşı 21 oyla ve sabaha karşı saat 4.00’de kabul edilmiş olmaları çokça eleştirildi.
Knesset bu iki yasanın diğer yasalara üstün olmasına gerekçe olarak, Knesset’in 1949 yılında seçilen Kurucu Meclis olma özelliğini yitirmediği gösterildi. Böylece bu iki temel yasanın kanunlaşmasıyla yasa erki güçlendirilmiş oldu. Ancak Yüksek Mahkeme Başkanı Aharon Barak döneminde (1995-2006) “Bagatz” Knesset’in bazı yasalarını söz konusu iki Temel Yasaya dayandırarak iptal etti ve güç ibresini Yargı erkinden yana çevirdi.
1995 yılında görülen tarihi “Mizrahi Bankası” davasında yargıçlar heyetinden Michael Heskin (1936-2015) temel yasaların anayasal gücü olduğu görüşüne karşı çıkacak ve bu yasalara dayanılarak sıradan bir kanun hükmünün iptal edilmesine muhalefet şerhi koyacaktı. Heskin’in ileri sürdüğü gerekçeler bugünkü sağ koalisyon tarafından da savunulmakta ve Adalet Reformunun hukuki altyapısını oluşturmaktadır.
64 sandalyelik Knesset çoğunluğuna dayanılarak Binyamin Netanyahu’nun Adalet Bakanı Yair Levin’in öncülüğünde yasalaştırılmaya çalışılan Reform Tasarısı, yasama erkinin otuz yıldır yitirdiği gücünü geri almaya çalışmaktadır. Ve bunu demokrasi adına, “halk bizi seçti” argümanına dayanarak yapmak istemektedir.
Oysa güçler dengesinin bozulmasından ve yargının denge unsuru olma özelliğini yitirmesinden endişe eden yüzbinlerce gösterici ve her kesimden halk özgürlükler adına direnmektedir. Ayaklanan halk “demokrasi” yi şiar edinerek liberal bir anlayışın savunuculuğunu üstlenmektedir.
Niye otuz yıllık bir gecikme ile ve niye şimdi diye soracak olursak, otuz değil 75 yıllık bir gecikmeden de söz edebiliriz. İsrael’in içinde bulunduğu durum belki gecikmeli de olsa halkın büyük bir kesimi tarafından benimsenecek ve Anayasal demokrasiye geçiş yolunu aralayacak bir zeminin oluşmasına yol açabilecek midir?
Bunun için ilkin ordumuzun en değerli elemanlarını gönüllü yedek askerlik yapan pilotlarımızı, doktorlarımızı, hightech’çilerin başı çektiği geniş üretken bir kitleyi “solcu”, diğer yandan siyonist, muhafazakâr, milliyetçi ilkelere bağlı bir kesimi de “sağcı/faşist” diye nitelendirmekten vazgeçerek karşı görüştekilere empati göstermeye, anlamaya çalışmalı, tek bir millet olduğumuzu unutmamalı ve karşılıklı uzlaşma yolunu seçmeliyiz.
Ülkeyi içine düştüğü zor durumdan kurtaracak her iki kesimden sağduyu sahibi parlamento üyelerinin çıkacağına inanmak istiyorum.
Comments