top of page

İnsanoğlunun içindeki “iyilik” hakkında…





Düşüncelerine, yorumlarına değer verdiğim Burgazadalı tiyatrocu bir dostumdan geçen gün şöyle bir mesaj aldım:


“Bu bataktan ancak barış, dayanışma, birlikte yaşama kültürüne koşulsuz inanan ve savunan aydınlar ve halk sayesinde kurtulmak mümkün. Burgaz adaya neden büyük bir aşkla sahip çıktığına, kıymetinin hepimizin farkında olmamızı sağladığın değerleri şimdi daha da iyi anlıyorum. – Hamas bir terör örgütüdür! Nokta! Ama Filistin halkının da özgür ve bağımsız yaşama hakkı vardır. Ve bunca yıl yüzlerce aydının iki halk arasında kurmaya çalıştığı köprüler, öngörüsüz politikacıların anlık hamasetlerinden elbette ki çok daha zordur. Ama insanın bir başka insanın yüreğinden başka sığınacağı neresi olabilir ki? Her zaman dostlukla…”


Bana göre çok içten gelen bu gönderiye belki bazılarınız “naif” yaftasını yakıştırabilir… Bu düşünceye de İsviçreli yazar Nora Gomringer şu açıklamayı getiriyor: “İnsanların, insani iyiliğin bir özlemden başka bir şey olmadığını anlayana kadar saf olma hakkına sahip olduklarını vurguluyorum. Görüşlerinin varsayımlarına göre şekillenmesi onların meşru haklarıdır. Daha sonra vicdanlarına göre ve yeni öğrendikleri bilgilere göre hareket etmeleri gerekir.”


İşte bu “yeni öğrendikleri bilgiler”dir, insanın özyapısını belirleyen!


Cennet bahçesinde Havva’yı bellemiş olan yılan, ona da bazı bilgiler vermiştir kuşkusuz, yasak elmayı Âdem ile paylaşması için…


Yunanlıların 1820’li yıllarda Osmanlı’ya karşı sürdürdükleri bağımsızlık savaşları ve ondan neredeyse yüz yıl sonra –bu kez yenilgi ile son bulan– Batı Anadolu işgallerinden sonra, büyük önder Atatürk ve Yunanlıların efsanevi lideri Venizelos’un birlikte kotardıkları 1930 “Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Hakemlik Antlaşması” ile her iki ulus karşılıklı anlayış ve barış içinde yaşamaya başlamışken, daha 25 yıl geçmeden Kıbrıs’taki EOKA ulusalcılarının kışkırtmaları, aralarına nifak tohumları atmayı başardı. Ardından olanları biliyoruz – ve “mikro” Burgazadası örneğimize dönecek olursak, 1955/64/74 yıllarındaki kırılma noktaları sonucu, sadece huzur içindeki o adada değil, 1914 nüfus sayımlarına göre günümüz Türkiye’sinin topraklarında yaşamış olan bir buçuk milyonu geçen Rum nüfusu, eriyip gitmiştir…


Şu sıralarda bütün dehşetiyle yaşadığımız İsrael-Hamas Savaşına gelelim. Yitzak Rabin’in hayatıyla ödemiş olduğu İsrail-Filistin yakınlaşması çabalarının çözümünü getirecek olan Oslo Antlaşmaları’nın ardından Gazze’den tamamıyla çekilen İsrael ile dünya kamuoyunun beklentisiyle, bu sahil şeridi –hele uluslararası çaptaki cömert para yardımlarıyla– bir “barış kumsalı” niteliğine ulaşacaktı! Ne ki, çeşitli yalanlar ve boş vaatler sonucu yerel halkın oylarıyla başa geçen Hamas yönetimi, bölgeye verilen maddi desteklerle “İsrael’i yok etmek” üzere salt silahlanmayı yeğlemiş ve örneğin su şebekeleri için gönderilmiş olan borulardan yaptığı roketlerle sivil Yahudi halkını, hedef almaya başlamıştı.


İşte, Ada’lı dostum ve Nora Gomringer’in tanımlarıyla,

a) “yüzlerce aydının” peşinde koştuğu barış – dahası, 1948’de bile öngörülmüş olan “iki devlet” çözümü

b) “öngörüsüz politikacıların” ve kalleş terörist çetelerin kışkırtmalarıyla

c) huzur içinde yaşamayı özlemiş halk kesimlerine “yeni bilgiler (!) öğretiyor” ve

d) barışçıl yaklaşımlara açık “yüreklerini” düşmanlığa, savaşa yönlendiriyor…


Cennetteki yılan olsun, EOKA olsun, Hamas olsun veya Naziler olsun – insanoğlunun yaradılıştan sahip olduğu temel “iyilik” öğesini ortadan kaldırıp, onu kendi amaçlarına doğru yönlendirmeye çabalayan “kötüler”, hiçbir zaman peşimizi bırakmayacaklardır…

***


İlgi duyanlar için Nora Gomringer’in yazısının İngilizce çevirisi:








Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page