top of page

Göçebe Düşünce, Flanör ve Aura: Walter Benjamin



''Mutlu olmak, korku duymaksızın kendi kendinin farkına varabilmektir.''

Walter Benjamin



Yıllar önceydi, sanırım bir sanat dergisinde tanıştım Walter Benjamin ile. Yaşamı ve ölümündeki hüzün beni o kadar etkilemişti ki, derinlemesine araştırdım ve kendisini çok sevdim. Onu bu köşeye taşımamın başkaca hiçbir nedeni yok. Alman idealizmini, Romantikliği, Batı Marksizmini ve Yahudi mistizmini ustalıkla bağdaştıran bir filozof, düşünür, üretken yazar ve çevirmen, tarihçi, eleştirmen ve denemeci, kısmen asimile olmuş Alman Yahudisi Walter Benjamin’i bu köşeye sığdırmam elbette mümkün değil. Onu neden sevdiğimi anlatabilirsem ne ala! Ancak Benjamin’in estetik teoriye, edebi eleştiriye ve tarihsel materyelizme sağladığı paha biçilemez katkılarını vurgulamadan da geçemiyeceğim. Benjamin son dönemin yaşamış en büyük Marksist ideoIogIarından biri olarak Kabul edilir. Her ne kadar КarI Marx'ı kendi okuma Iistesinin son sırasına bıraksa da, getirmiş oIduğu eIeştiriIer Marksist kuram açısından çok önemIidir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Adorno ve SchoIem, Benjamin'in yazdıkIarını ve büyük bir kısmını Paris Ulusal Kütüphanesinde bıraktığı eserlerini büyük oranda yeniden düzenIediIer ve 1970-1989 arası geniş kaρsamIı oIarak GesammeIten Schriften 'TopIu YazıIar' olarak yayımlattılar. Benjamin'in yaşadığı yıIIarda yazın dünyasında başarısız gibi görünen bu yazılar sanat ortamını ters yüz etti. Benjamin’in doktora tezi neredeyse hiç dikkate aIınmamış, hatta doçentIiğine dair yazdıkIarı Frankfurt Üniversitesi'nce kısmen reddediImişti. Ancak öIümünden sonra Benjamin'in bıraktıkIarı, sosyoIogIarın ve topIum biIimciIerin başvurduğu önemIi bir kaynak oIarak hâIâ tazeIiğini korumakta.


Bir Flanör olarak Benjamin: Benjamin’in beyninde bir tur atmaya ne dersiniz?


“1840’larda pasajlarda kaplumbağa gezdirmek, bir süre için kibarlığın gereklerinden sayılmıştı. Flanör kendini kaplumbağaların temposuna uydurmaktan hoşlanırdı. Eğer ona kalsaydı, ilerlemenin böyle adımlarla sürmesini isterdi.”


Flanör, her şeyden önce, “yürüyen düşünce”dir, düşüncenin geniş yollar, kanallar, düzlükler açan yürüyüşünün insanın aklındaki izdüşümleridir. Flanörün kendisi başlı başına bir düşüncedir öte yandan; zaman ve mekân içinde devinen, devindikçe yenilenen bilincin “yol görgüsü” edinmiş deneyim repertuarı… Bu öyle bir düşünce gezginliğidir ki, nüfuz edici bakışın adeta değdiği yüzeylerde, adımların gölgesiyle büyüyen sokaklarda, her bir coğrafya parçası üzerinde soluklanılan anlarda biriken tüm ses ve görüntülere ait bir suretin zihinsel haritası çıkarılıyordur gizlice. Gezerlik hali, bir bakıma, bilincin puslu adımlarıyla alınmış mesafelerin doruk noktasına vardırılmış bir fotoğrafıdır da.


İzleyicilere Walter Benjamin’in beynini anlatabilmek amacı ile New York Yahudi Müzesi’nin 2017 yılının mart ayında “Pasajlar: Çağdaş Sanat ve Walter Benjamin” başlığı ile derlediği sergiden söz edersem belki de onu daha iyi anlatabilirim. Gelenler hiç bir belirgin rota izlemeden, tıpkı zamanında Benjamin’in Paris’in sokakları ve pasajlarını gezerken yaptığı gibi keyfe keder, amaçsızca adeta birer flanör gibi bir eserden diğerine dolaşmaya özendiriliyor. Ancak beğendikleri bir eser olursa durup bakıyorlar. Serginin küratörü Shira Backer, “Benjamin hayatı işte aynen böyle karşılardı,” diyor “keyifle, rastgele ve hiç bir düzen gözetmeksizin sanki rastlantısal olarak önüne çıkan fikirlerin, objelerin veya karakterlerin ayırdına varırdı. Bu sergi de Walter Benjamin’in beyninin içinde olmak gibi.”


Göçebelik: Walter Benjamin uzun zaman Paris Ulusal Kütüphanesini evi bildi (1937)




Modernitenin getirdikleri ve götürdükleri

Walter Benjamin, 1935 yılında yazığı " Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı " makalesinde, fotoğraf ve ardından sinemanın hayatın içine yeni girdiği 20. yy başında, bu teknolojik yeniliklerin sanat eserine etkilerini değerlendirir. Bir sosyal üretim formu olarak sanatın önemini fark eden ilk kişi olduğu düşünülen Walter Benjamin'in sözkonusu makalesinde, yeni teknolojik araçların sağladığı imkanlarla ortaya çıkan sanat tartışılmıştır. Sanatsal üretimin aurası, burada ve biriciklik özelliğinin, yeniden-üretimle gerçekleştirilemeyecek bir nitelik olduğu saptamasını yapan Benjamin, sanat eserinin teknik yolla yeniden-üretimini ayrı tutar. 1900'lerin başından itibaren "tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebilen " sanat yapıtı şimdi, burada ve biriciklik kıstaslarından uzaklaşırken, günümüzde çoğaltılabilir ve ağ üzerinden izlenebilir niteliğiyle, teknolojik gelişmelerin sağladığı bir değişime uğramıştır. Bugünün iletişim teknolojileriyle artık aurası ve biriciklik niteliği ortadan kalkan sanat eseri, yeni medya araçlarıyla birlikte geniş bir perspektifte üretilegelmektedir. Auranın kaybı, izleyicinin internet ortamında gördüğü eseri, belki de daha büyük bir merakla gidip yerinde görme ihtiyacı hissetmesiyle giderilmektedir.


Benjamin: Dijital üreme sanatta özgünlüğü ve biricikliği yok eder

Benjamin tarihi de yorumlardı



Paul Klee, Angelus Novus

Aynı zamanda bir tarihçi de olan Walter Benjamin Son Bakışta Aşk adlı eserinde kendisinin de bir kopyasına sahip olduğu Paul Klee’nin Angelus Novus adlı tablosunu şöyle yorumlar:


“Klee'nin 'angelus novus' adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek... Ama Cennet ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır.”

Günümüz gerçeğine dahi ne kadar uygun olduğuna işaret etmeme gerek yok sanırım. Yorumu siz okurlarıma bırakıyorum.


Üretkenbir yaşam ama bir o kadar acıklı bir ölüm

Sanırız ki savaşlarda ya cephelerde, ya kamplarda, ya da evleri bombalandığında ölür insanlar. Halbuki bambaşka ölüm türleri de vardır. Stephan Zweig ya da Primo Levi gibi savaşın ağırlığına dayanamayıp intihar edenler de vardır. İşte Walter Benjamin de böylesi bir kurbandır.


Nazi Almanya’sındaki baskılardan bezgin düşen ve üniversitedeki işine son verilen Benjamin 1932 yılında Paris’e gitmişti. Amerika’daki dostlarından ve Frankfurt Okulu’nda gelen para ile yaşamını sürdürüyor, günlerini Paris Ulusal Kütüphanesi’nde kendisine ayrılan masada çalışarak geçiriyordu. Ne var ki, AImanIarın Fransa'yı işgaI etmesi ve Paris'teki evini Gestaρo'nun basması üzerine 1940'ta Fransa'nın güneyindeki Portbou kentine kaçtı; amacı iki yakın dostu ile birlikte gemiye binip ABD ye göç etmekti. Biletleri Amerika’daki dostları temin etmişti. Portbou’daki sınır güvenlik görevlisi tarafından Gestaρo'ya tesIim ediIeceğini öğrenince aşırı derecede morfin aIarak intihar etti. Henüz kırksekiz yaşındaydı ve yaşasaydı eminim ki bize bırakacağı daha pek çok eser olacaktı. Halbuki ertesi gün arkadaşları gemiye binip gittiler. İntiharı üzerine speküIatif söyIentiIer vardır. Kendisinin şizoid oIduğu ve bu yüzden intihar ettiğine dair tek kaynak Theodor W. Adorno'ya veriImek üzere Henny GurIand'a dikte ettirdiği veda mektubudur. Öte yandan StaIin'in ajanIarı tarafından morfin veriIerek öIdürüImüş oIduğu da diğer bir başka söyIentidir.


Her şeye rağmen yaşamak güzel!




Walter Benjamin’in Fransa-Katalonya sınırında Port Bou’daki mezarı

Walter Benjamin'in öldüğü yerde (Portbou, Katalonya), Dani Karavan'ın yaptığı “Pasajlar (1994)” adlı anıt. Benjamin'in ölümünden hemen sonra burayı ziyaret eden yakın dostu filozof Hannah Arendt'in yorumu "ömrümde gördüğüm en güzel manzaralardan".








Yorumlar


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page