Ruhsal dünyasını ve insan kırılganlığını eserlerine yansıtan Sürrealist heykeltıraş Giacometti İsrael’de. İstanbul’daki sergisini kaçırmış biri olarak onun yaşamına ve incecik, upuzun, kırılgan insanlara olan düşkünlüğünü yerinde görmek için Tel-Aviv Müzesi’nin Eyal Ofer Pavyonu’nda açılan sergisine bilet aldım.
Bu müzenin adının bundan önce (Ocak 1959) Helena Rubistein Pavyonu oldugunu biliyor muydunuz? Evet ünlü kozmetik imparatorluğunun kurucusu Helena Rubinstein. Ancak her şeyde olduğu gibi sanata da maddiyat karışınca, 2019 yılında Tel Aviv Müzesi'ndeki Helena Rubinstein Pavyonu, 5 milyon dolarlık bağışın ardından İsrael’li milyarder Eyal Ofer'in adını almış. Yenileme kapsamında Eyal ve Marilyn Ofer Aile Vakfı, Müze'den Helena Rubinstein Vakfı'nın geçmişteki desteğinin uygun şekilde anılmasını sağlamasını da istemiş.
1901'de İsviçre'nin İtalyanca konuşulan bölgesinde doğan Giacometti, kariyeri boyunca insanı tasvir etti. Modelleri, çoğunlukla en yakınındaki kişilerdi; annesi, babası, erkek kardeşi Diego ve eşi Annette. Bu kişiler saatler boyunca onun yanında oturarak modellik yaparlarmış. İlerleyen zamanlarda duygularından esinlenerek, hafizasında yarattığı tiplemeler üzerinde çalışmaya başlayacaktı. İşte o dönemde kendisini tanımlayan, her gördüğünüzde, `Bu Giacometti,` dedirten figürleri oluşmuş.
Alberto Giacometti, İsviçre’yi terkedip Paris’e yerleştiğinde sadece 20 yaşındaydı. André Breton’un başı çektiği Sürrealist dönemin ortasında, sanat açısından baş döndürücü 1922 yılıydı. Antoine Bourdelle’in altında çalıştı, Kübistleri keşfetti ve bolca tecrübe edindi. Sergi alanında Mısır döneminden etkilenilmiş eserleri görmek beni şaşırtsa da, duvardaki açıklamalar merakıma hızlıca cevap oluyor. 1926 yılında, Giacometti geleneksel Mısırlı, Sümerli, Kiklad, Afrikalı ve Avustralasyalı sanatlarını keşfedip eserlerinde radikal anlamda değişikliklere sebep olmuş.
1932'de Giacometti'nin ilk kişisel sergisi Pierre Colle galerisinde yapıldı. İlk ziyaretçileri arasında Pablo Picasso da vardı.
1935 yılına dek soyut ve figürarif çalışmalar arasında gidip gelen sanatçı, bu dönemde sanatını temelden etkileyecek olan Paul Sartre ve Simon de Beauvoir ile tanıştı. Sartre, Varlık ve Hiçlik adlı eserinde insanın en başta akılla donatılmadığını ve bir hiçlik olduğunu, insanın varoluşunun özünden önce geldiğini savunmaktadır. Sartre’ın Varoluşçuluk teorisi Giacometti’nin sanatını derinden etkiledi. Simone de Beauvoir’ın ise yaşama ölümün biçim kazandırdığı yolundaki varoluş teorisi Giacometti’nin heykellerine yansımış, figürler daralmış, gövdeleri uzamış, görüntüler önemini kaybetmeye başlamıştı.
Sergi alanında bir tarafta incecik figurler, diğer tarafta az renklerle oluşturulmuş eskiz çizimler, tablolar adeta karanlık bir dönemi işaret ediyor. Giacometti’nin soyutlaşan beden imgeleri, II. Dünya savaşını yaşayan Avrupa insanının dramını açıkça hissettirir. Haliyle figürler şiddet ve ölüm düşüncesiyle güçlü, biraz rahatsız edici. Eserleri anlamak icin oldukça yakına gelmeniz gerekiyor. Geldiğinizde gözlerle temas kuruyorsunuz hemen. Anlamak için, ne diyor bu gözler diye soruyorsunuz.
“Onun heykelleri, yalnızca çok uzak bir diyardan, ufuk çizgisinin de ardından üzerinize gelmekle kalmaz aynı zamanda, onlara göre mekansal pozisyonunuz ne olursa olsun, kendilerine baktığınızı ve onlardan daha aşağıda olduğunuzu hissettirirler. Çok uzaktaki bir ufuk çizgisinde, tanımsız bir yerde küçük devasa figürler. Sizinle karşılaşmak ve daha sonra da ötenize doğru geçip gitmek için acele eder gibidirler.”
Giacometti, elleriyle oluşturduğu surat ifadelerinde mevcut hayatın yıldırıcı acımasızlığının izlerini hüzünle şekillendirmiş. Bunu o kadar iyi yansıtmış ki incecik heykellerin nasıl kırılmadıklarına ve dayanma güçlerine hayret ediyorsunuz.
Giacometti’nin yaptığı eserler adeta insanın kendisiyle yüzleşmesi ve hesaplaşması niteliğinde. Figürlerindeki sertlik ve incelme çağdaş insanın yazgısı olan tedirginliğin ve yalnızlığın bir belirtisi gibi de algılanabilir. Eserlerinde bu tarz ifadeleri neden tercih ettiği konusuna gelirsek, bu kırılgan eserler insan çaresizliğini yansıtmanın en iyi yolu belki de. Eserlerindeki en önemli şeylerden biri de kadınlardır. Erkek tarafından uğradığı şiddete maruz kalan kadınların görselleri içinizi burkacak gerçeklikte. Zira hayat öyküleriyle yakından ilgilendiği hayat kadınlarına olan ilgisinden de bunu görmek mümkün.
Figüratif heykele farklı bir yorum katan, 1962’de Venedik Bienali’nde Heykel Büyük Ödülü’nü alan sanatçı, 1966’da hayata veda etmiş.
2010 yılında, Giacometti’nin çalışmaları, Picasso ‘nun eserleri ile aynı fiyat seviyesinden satılmaya başlandı ve L’Homme qui marche I isimli eseri 2010’da Londra Sotheby’s‘de 92.5 milyon dolara alıcı bulmuş.
100 İsviçre frankına baktığınızda da, üzerinde Sürrealizm, Ekpresyonizm, Kübizm ve Formalizm gibi sanat akımlarının öncülerinden biri olan, İsviçreli ünlü sanatçı Alberto Giacometti`yi ve eserlerini göreceksiniz.
Heykel sanatına ilgi duyan ve hiçlikte varlık bulan incecik heykelleri görmek isteyenler sergiyi 7 Ekim’e kadar gezebilirler.
https://tickets.tamuseum.org.il/en/Admission_Ticket___The_Eyal_Ofer_Pavilion
Comments