“Ve titreyen ellerimi daha önce kalbim olan deliğe bastıracağım” İrina Ratushinskaya
Susturulan şairler, yazarlar, gazeteciler… Bu konuya hiç de yabancı sayılmayız, ancak Londra’da ziyaret ettiğim sergi bu durumu öyle bir yoğun hissettirdi ki. Hintli kadın sanatçı Shilpa Gupta düşündürücü hatta ürpertici sergisiyle susmak zorunda kalan şairlerin sesi oldu sanki.
Sanatın sevilen herhangi bir dalı önce sanatçının kendisine, sonra da topluma dayanma gücü, enerji, umut verebiliyor. Sanatçının yeteneğine, emeğine, duyarlılığına, verdiği desteğe minnettar olmamak mümkün mü? Yüreklerini, yeteneklerini ortaya koyan sanatçılar zorluklarda, acılarda yalnız olmadığımızı anlatırlar. Yaşamla aramızda aracı gibiler. Bazı coğrafyalarda yaşamak daha zor olsa da, duygular evrensel. Sanatın bize sundukları ise bizim algımıza bağlı. Evden çıkma olanağı kısıtlı olan pandemi günlerinde kitaplar ve filmler, biraz olsun çıkmaya başlayınca da sergiler yaşama keyif katabiliyor.
Sanatçıların iç dünyalarının yanı sıra toplum gerçekleri de sanata yansıyor. Görmek istemediğimiz, bastırdığımız gerçekler, korkular sanat yoluyla ortaya çıkabilir. Sanat her zaman keyif vermez. Dünyanın herhangi bir yerinde hiç bilmediğimiz acıları da fark ettirir. Böylelikle sanatın fark ettirme, değiştirme, dönüştürme gücü de vardır. Londra’da ziyaret ettiğim sergi susturulmanın acısını hissettirdi. Ve ifade özgürlüğünün değerini…
Mumbai’de yaşayan Shilpa Gupta’nın Barbican sanat merkezindeki “Gecede Güneş” adlı sergisi, yazdıkları ya da fikirlerinden dolayı zorluklar yaşayan, sekizinci yüzyıldan başlayarak günümüze kadar var olan bazı şairleri konu alıyor. Sansür, hapis cezası, direniş gibi konuları düşündürerek, sorgulamaya itiyor. Sergi öyle bir düzenlenmiş ki, susturulmanın acısı, ifade etmenin cezası hissediliyor, üzüyor. Daha önce belirttiğim gibi, sanat her zaman pozitif duygular yaratmasa da, verdiği rahatsızlık bazı şeyleri fark etmeye ve hatta değişime sebep olabilir.
İfade özgürlüğünün ne kadar kırılgan olduğunu anlatan sergi heykel, metin, çizim gibi birçok sanat kolunu kapsıyor. Örneğin, bir metinde yazdığı bir şiir yüzünden yedi senesini Sovyet çalışma kampında geçiren şair Irina Ratushinskaya’nIn şiirinden bir bölüm var:” Beni kaos başladığı sırada mı vuracaklar acaba. Ve titreyen ellerimi daha önce kalbim olan deliğe bastıracağım.” Metnin hemen altındaki açıklamada, sözlerin önce sabuna kazıldıktan sonra ezberlenip suyla yok olduğu, daha sonra sonra sigara kağıdına yazılarak el altından hapsin dışına ulaştırıldığı belirtiliyor.
Metal bir heykelcik iki gözden akan gözyaşlarının mesafesini sembolize ediyor. Bir diğer metal heykelde ise insan ağzının içini gösteren her şey var ama dil yok…
Serginin ayrı bir odada yer alan son bölümü ise daha da çarpıcı. Tavandan inen yüz mikrofondan oluşan bir ses alanı var. Hapsedilen şairlerin dizeleri çeşitli dillerde seslendirilmiş. Böylelikle bu bölümde karanlıkla loş arası arası bir odada yukarıdan asılmış ampuller hapsi hissettiriyor. Sessizlikle başlayan, sonra kadın erkek önce teker teker fısıltı ya da şarkıyla söylenen çeşitli lisandaki sözler çoğaldıkça koroya dönüşüyor. Hep birlikte kendilerini daha güçlü duyuruyorlar.
Sergi sonrası düşündüm…Bir sanatçının başka sanatçıların sesi olması çok etkileyiciydi. Sonra da sorgulamalar geldi. Sadece sanatçılar mı susturuluyor? Yazarken, konuşurken kendimi özgürce ifade edebiliyor muyum? Bir dine, ırka, kimliğe sahip olan birey olarak, bir kadın olarak? Kimseyi kırmamaya çalışmak başka, her düşündüğümü yazabiliyor muyum? Sözcüklerin gücü var; seçerek, dikkatli, özenli, bilgece kullanılmalı. Genellemeyen, nefret yaymayan her konuda kendini ifade etmek bir hak olsa da, bu hakkı nasıl, hangi ortamlarda, kimlerle kullanıyorum?
Kelimelerimizin özgür, şefkatli, kalpten olması ve serginin adı gibi “gecede güneş” görmek umuduyla…
Comments