Gabor T. Szanto : KAFKA’NIN KEDİLERİ
Sara YANAROCAK
Franz Kafka dünyaca tanınmış olan çok önemli bir yazardır. Kafka, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan Bohemya’nın başkenti Prag’da, 1883 yılında,ailesinin en büyük oğlu olarak doğdu. Kafka üst orta sınıf bir Yahudi ailede büyüdü. Hayatının trajedisi, iki küçük erkek kardeşinin peş peşe ölmeleriyle ve ardından üç kız kardeşi olunca şekillendi. Ebeveyni ile zor bir ilişkisi vardı. Annesi Julie, oğlunun değerini anlayacak entelektüel bir derinliğe sahip olmayan sadık bir ev hanımıydı.
Kafka’nın babası Hermann, genellikle ev hayatlarına egemen olan güçlü bir kişiliğe sahipti. İş hayatında başarılı oldu, hayatını erkek ve kadın konfeksiyonu yaparak kazanıyordu. Kafka’nın babasının hem Kafka’nın hayatını, hem de yazması üzerine derin bir etkisi oldu. Kötü bir karakter ve oğlunun yaratıcı yönünü pek takdir etmeyen bir tür diktatördü. Onu sürekli olarak aşağılar ve eleştirirdi. Kafka, romantizm ve diğer ilişkilerdeki kişisel mücadelelerinin, başarısızlıklarının, çoğunun babasıyla olan karmaşık ilişkisinden kaynaklandığına inanıyordu. Kafka’nın edebiyatında, karakterleri çoğu zaman, insanın iradesini kolayca kırabilecek ve öz güven duygularını yok edebilecek bir türden zorba bir güçle karşı karşıya geliyordu. Kafka değersizlik duygusunun çoğunu doğrudan ailesinden, özellikle babasından almış gibi görünüyordu. Çünkü yetişkin hayatının büyük bir kısmında da ailesine çok yakın yaşadı .
Başarılı bir lise öğreniminden sonra, Prag Üniversitesi’nde hukuk okudu. Avukatlıktan hoşlanmadığını anlayınca, sigortacı olarak çalıştı ve akşamları yazı yazdı. İş yerinde Kafka popüler bir çalışandı. Sosyalleşmesi kolay ve iyi iyi bir mizacı olan bir kişi olarak tanınıyordu. Ancak kişisel hayatı hala komplikasyonlarla doluydu. Engellenmeleri ve kendine olan güvensizlikleri ilişkilerini bozuyordu. İki kez, kız arkadaşı Felice Bauer ile nişanlandı ve sonunda 1917 yılında, ikisi tamamen ayrıldı ve kendi yollarına gitti.
Kafka daha sonra Yahudi köklerini ve sosyalizm tercihini paylaşan Dora Diamant’a aşık oldu, Kafka’nın giderek kötüleşen sağlığının ortasında, ikisi aşk yaşarken, birlikte Berlin’e taşındılar. İlişkileri büyük ölçüde Kafka’nın sağlığına odaklıydı. Kafka tüberküloza yakalanmadan önce bile, yıllarca ruhsal olarak da iyi durumda değildi. Sürekli gergin ve stresli olarak migren, çıban, depresyon, anksiyete ve uykusuzluk çekiyordu. Kafka ve Dora sonunda Prag’a döndü. Ardından Kafka, tüberkülozu yenmek , bir sanatoryumda tedavi olmak üzere Viyana’ya gitti. 3 Haziran 1924’te Avusturya’nın Kierling kentinde, hastanede öldü. Daha sonra Prag’daki aile mezarlığına gömüldü.
Kafka’nın, Değişim (Metamorfoz), Dava, Şato, Kayıp Amerika, Babama Mektup, Ceza Sömürgesi, Taşrada Düğün Hazırlıkları, Açlık Sanatçısı, Milenaya Mektuplar adlı kitapları, yüzlerce el yazmaları ve sayısız basılmamış mektupları mevcuttur. Onun yazılarının tarzı, kendisine özgü olan “Kafkaesque” tarzı olarak betimlenir
Kafkaesque nedir?
Kafkaesque “kafkaesk” sözlük bilgisi olarak tehdit edici ya da korkutucu anlamına gelir. Geniş anlamda baktığımızda ise, Kafka ile bütünleşmiş olan bütün kavramları bu tanımın içine alabiliriz. Umutsuzluk, yalnızlık, çaresizlik, korku, kuşku, suç, şüphe… fakat hepsinden önce Kafkaesk bir “belki”dir,”olabilir”dir. Ucu görünmeyen bir yolun karanlığıdır. Yürüdükçe çıkışa yaklaştığını düşündürten bir çıkmaz, bir illüzyon…
Bir ütopya taslağı ile çıkılan bu uzun felsefe serüveni, iki tehlikeli kavram olan korku ve umutla harmanlanır, ayları ve yılları avucunun içinde ufalar, fakat görecililikten başka hiçbir sonuca varmaz. Düşünülen ve eyleme geçirilen her şey, bürokrasinin gizli baskısı ve sessizlik, hepsi insanı gerçeklikten uzaklaşmaya iter. Son olarak da bu tanımlayamama, bu iki duvarın arasına sıkışmışlık ”Kafkaesque” olarak karşımıza çıkar.
Ölümünden evvel arkadaşı Max Brod’a yazdığı bir mektupta, basılmamış bütün eserlerinin ve mektupları ile elyazmalarının yakılmasını vasiyet eder. Brod bu vasiyeti yerine getirmez, Kafka’nın eserlerini ve mektuplarını tek tek yayınlar. Yani Kafka, öldükten sonra dünya çapında bir yazar olarak, hak ettiği değeri görür ve üne kavuşmuş olur.
Kafka’nın Kedileri adlı kitap,Gabor T. Szanto tarafından yazılan kurmaca bir kitap.
Yaşlı bir hasidik Yahudi, Budapeşte’ye giderken bindiği uçakta, yolculara dağıtılan bir derginin kapağında, Franz Kafka’nın fotoğrafını görür ve onun söylendiği gibi 1924’te ölmüş olamayacağını, çünkü derginin kapağında gördüğü bu adamı, bu tarihten 20 yıl sonra Auschwitz’de gördüğünü ve Kafka’nın orada tifüsten öldüğünü iddia eder. Derginin editörü olan Yahudi yazar ve üniversite öğretim görevlisi olan kitap kahramanımız ise bunun imkansız olduğunu anlatır. Ama yaşlı adamı ikna edemez. İçine bir kurt düşen yazar, bu esrarlı olayı takip edebilmek için sırasıyla Budapeşte’den, önce Auschwitz Toplama Kampı’na, ardından Prag’a, Viyana’ya, Berlin’e ve Tel Aviv’e gider. Oralarda aşktan ziyade cinsellik içeren küçük ama gizemli ilişkiler yaşar. Bu ilişkileri yaşadığı kadınların ikisi Yahudi, diğer ikisi Hıristiyan’dır. 40 yaşındaki yazar, ilişkilerinde bir tutarsızlık sergilerken, çocuk sahibi olmaktan da çekinir gibidir.
Kafka’nın son günlerini geçirdiği Viyana yakınlarındaki sanatoryumda ve sonraki 20 yılda neler olmuştur? Yazar hayallerle gerçekler arasında bir bağ kurmaya ve kuram üretmeye başlar. Artık gerçekle hayal bir birine dolanmaya başladığında son durağı olan Tel Aviv’de, Max Brod’un ölürken, Kafkanın el yazmalarını ve mektuplarını kendisine emanet ettiği sekreteri Ester Hoffe’nin kızının evine gizlice girer ve halisünasyon gibi bazı şeylerle karşılaşır. Haneye tecavüzden tutuklanır ve İsrail tarafından sınır dışı edilir. Roman adeta Kafkaesk bir tarz ile, göreceli olarak biter. Kitaptaki bazı satır aralarını paylaşmak isterim:
Kurmaca öyküde “Kafka’nın ruh doktoru olan Freud durumun ağırlığını göz önüne alarak, ameliyat önermişti. Bu hastanın bir uzvunun kesilmesi değil, hastanın bedeninin ve ruhunun, o zamana değin hastalığa neden olan her şeyden ayrılması gerekiyordu.” sf 125
“Freud terapiye başladığında, Kafka’nın çocukluktan beri aile içerisinde sürekli olarak kırılıp parçalanan benliğini tekrar toplayabilmesi için, travmalarının kaynağı olan ailesinden kopmalıydı. Tedavi edici etkisi olsa da, artık bağımlılık yaratan bir uyuşturucuya dönüşen ve benliğine ulaşmasını engelleyen yazıdan da kopması gerekiyordu.” sf 151
“İçinde kendime bir camia ararken, Yahudilik ve dindarlık bana münzevi şeyler gibi görünmüştü. Yahudi olarak, dış dünyanın gözünde yabancıydım. İnançlı bir insan olarak ise, çoğunluğu pek de inançlı olmayan Yahudilerin gözünde bile yabancıydım. Yahudiliğimin sadece kimliğimin bir parçası değil, aynı zamanda yabancılığımın kaynağı da olduğunu anlamam için, uzun bir zaman geçmesi gerekti. Aynı zamanda dışlanma, ayrılma ve sürülme dininin içinde yabancılığımın ifadesini de bulmuş gibiydim; böylece yalnızlığımı da bana kucak açan geleneğin dünyasına taşıdım.” sf 269
Bir coğrafyaya ait olmanın, yurtsuzluğun, tek tek insanlar, halklar, hatta edebi eserler üzerinde bile ne gibi etkileri olabileceğini gösteren Kafka’nın Kedileri, okuru hayal etmeye ve düşünmeye çağıran kışkırtıcı bir roman.
Gabor T. Szanto: Kafka’nın Kedileri; Çeviren Leyla Önal; Kafka Yayınevi, Nisan 2018; 448 sayfa
*****
Bir sonraki yazı, 25 Kasım 2020’de yayınlancaktır...
Commenti