Feride PETİLON
İzzet Keribar’ı tanıdığımda ikimiz de çok gençtik. Hoş hala genciz ama ruhlarımız genç diyelim. Şalom Gazetesinin verdiği görev ile “Santorini” sergisine gittim. Fotoğraf çekmenin deklanşöre basmak demek olmadığını o gün daha iyi anladım. Doğru ışığın doğru zamanda, doğru pencereden yakalanabileceğini de… Kısaca fotoğraf çekmek hem fizik, hem kimya, hem felsefe bilgisi idi. Maceraya atılmayı, gezgin olmayı, sabırlı olmayı gerektiriyordu. Ve en önemlisi sevmeyi gerektiriyordu. O günden sonra İzzet Keribarı’ı sadece medyadan takip etmedim. Birçok aktivitede işbirliği de yaptık. Şimdi de kendisi ile yaptığım mini röportajı sizlerle paylaşıyorum.
Sizce İzzet Keribar kimdir?
Kısaca anlatmak istersek, Izzet Keribar, 1936 yılında varlıklı bir ailede, İstanbul’da doğdu, Genç yaşında kısa süre piyano dersi aldı ve annesi onu sık sık konserlere götürerek müzik sevgisini aşıladı. Saint Michel’deki lise eğitiminden sonra, hemen işe atıldı. Gençlikyıllarından beri ağabeyi, Leon Keribar’ın da teşvikiyle fotoğrafa hobi olarak yöneldi. Bu durum İstanbul’un ilginç yerlerini keşfetmesine yaradığı gibi, 1956 yılında Kore’ye Yedek Subay olarak gitmesine yol açtı. Orada hem tercümanlık hem de fotoğrafçılık yaparak deneyimini arttırdı. 1957 yılında Türkiye’ye döndüğünde, babasıyla çalışmaya başladı. Kısa bir zaman sonra evlendi ve yuva sahibi oldu.
Fotoğrafçılığa 1980 yılına kadar ara verdi. Bu sırada filateli (pulculuk), porselen koleksiyonculuğu ve klasik batı müziği sevgisi gibi birçok hobiyi bir yaşam tarzı olarak benimsedi. Koleksiyon parçaları daha çok Osmanlı Imparatorluğu için Viyana ve Meissen’de imal edilen 18.yüzyıl porselenleri ve 19.yüzyıl Bohem kristallerinden oluşuyordu. Bu parçalar halen evde sergileniyor.
1980 yılında oğlu Aksel’e fotoğraf sevgisini ve bilgisini aşılamaya çalışırken, bir tesadüf eseri o eski heyecanını hatırlayarak bu kez çok daha ciddi bir şekilde fotoğrafa döndü. Bu durum 40 kusur yıldan beri hiç değişmedi. Fotoğrafçılığı bir yaşam tarzı olarak benimseyince, yarışmalar, ödüller seyahatler, verdiği dersler, kurslar ve kurduğu yeni dostluklar peşi peşine geldi.
Izzet Keribar, tekstil işini 1997 yılının sonuna kadar yürüttü ancak o tarihten sonra sadece fotoğrafçılık yaparak yaşamını sürdürmeye çalıştı. Eski İsviçre pullarından oluşan önemli bir koleksiyon 1977 yılında satıldı.
Sıra deklanşör ile ilk tanışma anına geldi. Bu anınızı anlatır mısınız?
İlk tanışmam evdeki Zeiss IKON kutu fotoğraf makinesiyle oldu. 10 yaşındaydım. 16 yaşında daha fazla şevk ile fotoğraf çekmeye başlayınca haftalıklarımı biriktirerek önce Regula marka bir makine satın aldım. Bir yıl sonra da Leica’ma kavuştum.
Dünyaya objektifin ardından bakmak nasıl bir duygu?
Objektifin ardından bakmak, her şeyden önce insana heyecan veren, renk veren ve umut dolu bir sevgi diyebilirim. Fotoğrafçılık, bir yandan gezi ve seyahatler, gösteriler, söyleşiler ve sergiler demek. Diğer yandan o sayede kurulabilen dostluklar ve yeni ilişkilerle yaşamınızı çok daha aktif ve ilginç hale getirmek anlamına geliyor..
Teknolojinin bu kadar ilerlediği günümüzde fotoğraf çekmenin büyüsü kayboldu mu?
Teknolojinin ilerlemesini adım adım izledim ve izlemeye devam ediyorum. Fotoğrafçılığın nerdeyse tüm yeniliklerini zaman geçmeden öğrenmeye çalıştım ve örneğin dijital fotoğrafçılığının geleceğine inandım ve yeni keşfin ilk yıllarından itibaren tüm inceliklerini uygulamaya çalıştım. Bu düşünce fotoğrafçılıkta ilerlememde büyük yararlar sağladı. Doğrudur, yeni kolaylıklar bazı teknik zorlukları aşmamızı sağladı, fakat fotoğrafın getirdiği heyecanı azaltmadı.
Bunun sırrı nedir?
Fotoğraf dünyasında bir yere varılınca, durmak ya da ara vermek nerdeyse imkansız yere geliyor. Bu yaşam tarzını artık eşim de benimsedi... Son yıllarda birlikte çok gezdik ve hala da yaşımıza göre, eskisine göre daha az da olsa seyahatlere ve yurt dışındaki sergilerime katılmaya çalışıyoruz. Artık ben fotoğraf dünyasının bir parçasıyım, birçok dostum ve önemli sayılabilecek ilişkilerim var, fotoğrafın büyüsü bende hiç bir zaman ne kayboldu, ne de azaldı.
Fotoğraf çekmeye yeni başlayanlara verebileceğiniz en iyi nasihat nedir?
Bunun cevabı çok kolay değil, çünkü fotoğrafçılık hele günümüzde çok pahalı bir hobi haline geldi. Hem satın alınacak makineler, hem yedek malzeme, hem de bir yere gidip gelmenin yarattığı maddi zorluklar günümüzde çok kolay aşılamıyor. Fakat gene de yeni başlayanlar için bazı öğütleri şöyle sıralayabilirim.
1.Öncelikle fotoğrafı iyi anlayabilmek için ya üniversiteye, ya da özel kurslara katılarak deneyim arttırmak fayda sağlayacaktır.
2. Mümkünse deneyimli bir fotografçının yanında çalışmak önemlidir.
3. Fotoğraf derneklerine yazılarak diğer fotoğrafçılarla birlikte gezilere katılmak ve fotoğraf arkadaşlıkları kurmak gerekir.
4. Yarışmalara katılmak ve çıkacak sonuçlardan yararlanmasını bilmek de gerekir.
5. Hızlı değişen teknolojiyi izlemek ve bundan yararlanmayı bilmek önemlidir.
6. Kısa bir zaman içinde kendine has bir tarz oluşturmak olmaz ise olmazlar arasında…
7, Baştaki zorluklara göğüs gererek pes etmemek ve fotoğrafa ara vermemek. İşte işin sırrı da bu bence…
Birçok ülkeyi dolaştınız birçok farklı temada fotoğraf çektiniz sizin için unutulmaz ve heyecan verici hangi karelerdir?
Aslında bu soruyu biraz farklı yanıtlayacağım. Bir fotografçının ustalığını, tarzını ve sanatını tanıtmak için kaç fotoğrafa ihtiyaç var? 10 adet yeter mi? – Yoksa 50 ya da 100 mü desek? Birçok temada fotoğraf çekince her birinden örnekler vererek mi, ya da yaşamınızda denediğiniz farklı tarzlardan ve sanatsal gelişmenizi anlatacak karelerle mi? Bunun yanıtı çok net olmamakla birlikte, aşırı bir sayıya ulaşmamak kaydıyla, belki yaşamınızın çeşitli dönemlerinde çektiğiniz örnek 50-60 fotoğraf bir sanatçıyı anlatmaya yetebilir diye düşünüyorum.
Uzun süre ticaret ile uğraştınız, sadece fotoğraf sanatı ile ilgilenme kararını vermek için nasıl bir yolculuk yaşadınız?
Doğrudur, ancak 80’lerden sonra hem ticareti hem fotoğrafı birlikte yürüttüğüm için biraz alışıktım. Yani elimde yeterli bagajım vardı. Ancak 1997 yılında tekstil işini tamamen kapatma kararı biraz stresli ve zor olmakla beraber, çok kısa zamanda toparlandım ve profesyonel anlamda fotoğraf çekimleriyle ilgili olarak bize gelen işler çoğaldı. Ve bu durum nerdeyse 20 yıl süreyle devam etti. Cep telefonlarının daha düzgün fotoğraf çekimi yapması bu piyasayı allak bullak etti ve günümüzde profesyonel çekimler çok azaldı. Fotoğraf satışları, jüriler ve yarışmalarda yavaşlama olsa
Birçok ödül aldınız… Biraz bahseder misiniz?
Bunları üçe ya da dörde ayırmalı… İfsak’a 1980’de üye oldum… O
tarihlerde önceleri aylık yarışmalara, sonra ulusal yarışmalara katılıyordum. Sergileme haberleri ve ödüller gelmeye başlayınca, bu kez uluslararası yarışmalara 8-10 yıl boyunca katıldım. Ve 1985 yılında Afiap, 1988’de Efiap yani uluslararası önemli sayılabilecek başarı diplomaları geldi. 1990’ larda ise, Jerusalem Post birinciliği, National Geographic ikinciliği, FUJI birincilikleri ve daha birçokları kariyerime çok ses getirdi. Son yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülleri ise fotoğraf kariyerime verilen büyük ve çok önemli ödüllerdir.
Biraz da kısa kısa
Aynaya baktığım zaman…
Biraz yaşlanmış bir görüntü fark ediyorum, ancak kendimde gelecek için hala umutlarla dolu bir bakış fark edebiliyorum…
Deklanşörün sesi…
Deklanşör sesi duymadığım günler yaşamımın ne yazık ki boş geçen günleri gibi…
Renk…
Benim için renk müzik ile birlikte gidiyor. Beynim her an bir müzik sesiyle dopdolu ve her nasılsa müziği renkli bir ortam içinde hissediyorum. Kompozisyonlarımda renk çok önemli bir yer tutuyor, özellikle grafik ağırlıklı fotoğraflarda renkleri güçlü bir şekilde sergilemeye çalışırım. .
Sergi…
Son yıllarda daha çok davet edilerek yurt dışında organize ettiğim sergiler yer alıyor. Bugün Türkiye’de kendi imkânlarınızla sergi açmak hem zorlaştı hem de bunlar eskisi gibi ilgi görmüyor…
Renkli dünyanız dünyayı yaşanılır kılsın…
Başarılar…
Comments