Gün geçmiyor ki kelime dağarcığımıza yeni, hatta yepyeni sözcükler katılmasın. Bu günkü yazımda bu yeni sözcüklerden ve hatta ne zaman susmamız gerektiği durumlardan söz edeceğim. Çünkü gelişen teknolojiye paralel olarak dilimiz de zenginleşiyor ve de beynimiz hiç alışık olmadığımız konseptleri anlamak, anlamıyorsak bile anlamış gibi davranmak zorunda kalıyor. Hayır, sakın sinemadan vazgeçtiğimi sanmayın. Nitekim yazıma çok sevdiğim ‘Casuslar Köprüsü’ filminin son sahnesi ile başlayacağım. Baş rollerini usta aktörler Tom Hanks ile Mark Rylance’ın üstlendiği bu casusluk filminde suç üstü yakalanan Rus casus Mark Rylance ile ona bakmakla yükümlü Amerikalı polis Tom Hanks arasındaki yakınlaşma ele alınıyor. Son derece zeki Rus ajana giderek büyük bir hayranlık duyan Amerikalı polis takas yolu ile Ruslara iade edilecek ajanı ‘casuslar köprüsüne’ getirdiğinde köprünün karşısında bekleyen Rus askerlerini işaret ederek ajan Rylance’a sorar:
“Korkmuyor musun?”
Ajanımızın yanıtı açık ve nettir:
“Bir şey fark eder mi?” (Would it make a difference?)
Dileyen okurlar son sahneyi aşağıdaki linkten izleyebilir:
İşte o gün bugündür ben de kendime bu soruyu sormayı huy edindim. Hayatın hangi safhasında olursam olayım, herhangi bir ikilemde kaldığımda hep kendime şunu sorarım:
“Bir şey fark eder mi?”
Yani Rus ajan Ruslara teslim edildiğinde elbette ayakları ile bile bile ölüme gittiğinin bilincindeydi ama korkup korkmaması asla hiçbir şeyi değiştirmeyecekti! Henüz izlememiş olanlara bu filmi şiddetle öneririm. (Netflix’te mevcut!)
Gelelim esas konuya: Farkındalık nedir?
Son yirmi senede sıkça duyar olduğumuz ‘mindfulness’ (farkındalık) kelimenın yaratıcısı John Kabat-Zinn’in tanımı ile yargısız bir şekilde şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla, dikkatinizi toplayabilmektir. Ne var bunda demeyin. Yapabiliyor musunuz?
Geçmişte veya gelecekte yaşamak, yaşadığımız anı ıskalamak, birçoğumuzun yaptığı bir hatadır. Güzel bir manzara karşısında otururken mutlu oluruz. Ama bu manzaraya bakarken, ertesi gün olacakları veya geçen hafta olanları düşünürsek, ki bunu sıklıkla yaparız, mutluluk kaybolur.
Kimi zaman düşüncelerimiz ve duygularımızın esiri oluruz. Düşünceler biz istemesek bile zihnimizde dolanır. Artık biz düşüncelerimiz olmuşuzdur. Onlar bizi yönetmeye başlar.
Kimi zaman da çevremizde ve içimizde olup biteni değil, kafamızda yarattığımız yargılarımızla hareket ederiz. Her şeyi analiz ederiz, yorumlamaya çalışırız. Gözümüzle değil, beynimizle bakarız. Bu yoğun anlamlandırma çabası, aslında olan biteni hissetmememize neden olur.
Yaşam şimdiki anda yaşanır ve yaşamak en nihayetinde bir dizi şimdiki andan oluşmuş bir dizidir. Ancak, şimdiki anda psikolojik olarak var olmak insanlar için oldukça zordur. Sıklıkla geçmişte ya da gelecekte yaşarız ve şimdiki deneyimlerimizi onlar hakkındaki değerlendirmelerimizle bulutlandırırız. Bunu yaparken de değerlendirmelerimizin deneyimlerle aynı şey olmadığını fark edemeyiz.
Farkındalık, psikoterapi içerisinde otuz yıla yakın bir süredir, düşünce, duygu ve beden duyumlarına belli bir şekilde odaklanmayı amaçlayan bir psikoterapi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bu psikoterapi yönteminin depresyon, panik atak, fobi, obsesyon, stres gibi rahatsızlıklarda etkili olduğu araştırmalarda gösterilmiştir.
Yazımı yine çok sevdiğim ‘Ölü Ozanlar Derneği’ filminden ‘günü yaşa’ fikrini savunan (carpe diem) dizeleri ile noktalayacağım.
gül goncalarını toplayabiliyorken, topla
eski zaman hala uçup gidiyor
bugün gülümseyen aynı çiçek
yarın ölüyor olabilir
Anınızı yaşamaya bakın: Onu hiç bir şeyin gölgelemesine izin vermeyin diyorum!
Kalın sağlıcakla
Rina Eskenazi
Comments