top of page

Eğitim Dükkânı


(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)



“Sen kimsin?” diye sorduklarında herkesin listeleyeceği türlü sosyal kimlikler vardır. Farklı sıralama içinde olsalar da içerikleri bakımından benzeşirler. Bana sorulduğunda, ilk sırada bir dünya vatandaşı, kadın, eş, anne, evlat derim. Ama kendimi tanımladığım ve beni ben yapan en baskın kimliğim “eğitimci” olmaktır; beraberinde mentör, koç, danışman, rehber, yol gösteren, dinleyen, aynalayan ve karşımdaki için “var olan” gibi roller de gelir. Hangisi olursa olsun, ilkeli ve idealist bir yanım vardır ki, yüreğime ve aklıma yatmayanı kabul etmem. Ondandır, sektörde insanlar ilerleyip yükselirken ben, yerimde sayma pahasına, bana doğru geleni seçtim, uyguladım. Çünkü tartarım, verdiğim emekle yarattığım sonuç arasındaki ilişkiye bakarım; kendim ve bütünün hayrına yarattığım etki veya katma değer arasındaki dengeyi ararım. Biri diğerinden ağır basıyorsa denge bozulmuştur demektir. Zira, kefenin iki tarafı da dengede olduğunda ancak iki taraf da hakkıyla yerini bulacak, doyuma ulaşacak. Bu yazımın hikayesi de eğitim!



Bir eğitimci olarak amacım öğrenmek isteyen bireylere bildiklerimi öğretmek; kişiye has öğrenme yöntemlerini keşfettirmek ve öğretmek; ihtiyaçlarını tespit etmelerinde ve bilgiye erişimlerinde kolaylaştırıcı olmak; kendi iç ve dış kaynaklarının farkına varıp yaşam yollarını tayin etmelerine destek vermek. Özetle, yaşam yolculuğunda onları güçlendirmek, hayatlarını ve yollarını idame ettirebilen, kendine ve başkalarına liderlik edebilen bireyler yetiştirmektir amacım. En büyük doyum kaynağım, yarattığım etkiyi ve katma değeri görmek. Yıllar sonra öğrencilerimle karşılaştığımda, vardıkları mertebelere geliş hikayelerini ve bunun bir parçası olduğumu bilmek eşsiz bir mutluluk! Ormancılık gibi, yüzlerce fidan dikip onları düzenli sulayıp yıllar sonra ormana dönüşerek yetişen nesillerin parçası olmak.



Dile kolay! Ama emek istiyor! Bir zamanların eğitimci-öğrenci ilişkilerinden tutun, eğitim kurumlarının misyon ve vizyonuna kadar çok şey değişti. Eski köye yeni adet geldi… Eğitim anlayışı pedagojik ve gelişimsel temellerden işletme ve yönetimsel emellere kaymış; amaç ile araç yer değiştirmiş, ama alan memnun, satan memnun. Her ürünün alıcısı olduğu dükkânlar gibi, “eğitim dükkânları” oluşmuş. Mesela, Barcelona’da Business School (İşletme Yüksekokulu) statüsünde lisans ve yüksek lisans programları sunan bazı kurumlar doktora seviyesinde İşletme Yönetimi Doktora (DBA-Doctor of Business Administration) programı başlattılar. Çok da iyi yaptılar. Herkes PhD yapacak değil ya. DBA, akademik ve araştırma odaklı PhD (Doctor of Philosophy) programından farklı olarak, işletme ve yönetim alanında teorik bilgiye ve onun iş dünyasına uyarlanışına odaklanan bir profesyonel uzmanlık programıdır. Öyle ki, yüksek eğitim seviyesinin en üst basamağında en derin uzmanlaşma aşamasıdır. Katılımcı, alanının piri olma yolundadır ve bu süreçten geçerken ondan “en üst seviye” ciddiyet ve adanmışlık beklenir. Doktora seviyesinde uzmanlaşma böyle bir serüvendir.



Doktora adayının bağlılığı kadar program yürütücüsünden (enstitü), dersi yürüten hocalara ve eğitim yöntemine kadar “en üst seviye” yapılanma beklenir. Yani, sunulan programın zenginliği kadar uygulama yöntemi de büyük önem taşır. İdeali, bu seviyede derslerin yüz yüze olması; ancak ırak diyardakilerin erişimini düşününce uzaktan eğitim yöntemi bulunmaz nimet; ki onun da iki çeşidi var: senkron (online) ve asenkron (offline). Birinde kişi Zoom, Google Meets veya Microsoft Teams üzerinden bağlanarak sanal bir sınıf ortamında öğrenme grubuna dahil oluyor ve interaktif katılıyorken (senkron), diğerindeyse dersi dilediği zamanda yerde video kaydından izleyerek takip ediyor (asenkron). Asenkron, bir sertifika programında ideal olabilir, ama üst seviye uzmanlaşmayı hedefleyen bir programı taşıyamaz. Asenkron kurgusuyla tasarlanmış doktora seviyesinde bir programın geçerliği, güvenirliği ve etkisi düşündürtür.



Anlayacağınız üzere, beni düşündürten bir durum oldu. Bahsettiğim asenkron kurgusunda bir programın parçası olma teklifi aldım. 16 haftalık bir liderlik DBA ders programında ders içeriğini hazırlayacak, profesyonel stüdyoda video kaydını yapacak ve öğrencilere kurumun portali üzerinden sunacaktım. Dersi tasarlamanın ve inşa etmenin cazibesi büyüktü, hatta stüdyoda kayıt fikri ayrı çekici gelmişti. Sonra, “Katılımcılar 16 hafta boyunca derslerimi takip edecekler, yüzümü sesimi görecekler, bense onların hiçbiriyle etkileşemeyeceğim, tek tek bireysel ihtiyaç veya sorularına hitap edemeyeceğim. Nerde alış-veriş, hani etkileşim, nasıl bir karşılıklı öğrenme ve gelişme yöntemi bu?” diyerek sorguladım. Emek ve çabamın yaratacağı sonucu düşündüm… Tüm pırıltısı puff diye söndü. Programı tamamlayacak olan bu kişiler, alanında uzman bilirkişi unvanını taşıyacaklar, ama tek tip profile göre tasarlanmış içerik ve kurgunun bir ürünü olacaklar! Bilgi becerilerini programın sunduğu çerçeve içinde kısıtlanarak inşa edecekler, bireysel deneyim ve hikayelerini gelişim sürecine katamayacaklar…



Aklıma yatmadı! Bu bana uymaz dedim ve teklifi reddettim! Sistemi eleştirmiyorum, itiraz da etmiyorum. Ama, parçası olmayı reddediyorum. Çünkü bir eğitimci olarak eğitim uygulamalarını sorguluyorum ve bu kurgunun içinde oynayacağım rolü tartıyorum. “Her şeyin başı eğitim” madem, hakkını vererek, işlerliğine katkı sağlayarak ve alıcıya en yerinde, derin ve faydalı şekilde ulaşmasını hedefleyerek parçası olmayı seçiyorum. Zira, günümüz eğitim çıktılarına baktığımda, üniversite mezunları iş bulamıyor, bir yandan da erişimi ve edinimi kolaylaşan diploma dereceleriyle eğitim enflasyonu yaşanıyor. Maalesef, yeterince emek ve ter dökmeden, dükkândan satın alır gibi, statü ve unvan edinilebiliyor bugün. Oysa, eğitim, yetkinlik ve beceri kolay edinilmiyor. Unvan da öyle olmalı! Aksi taktirde, toplumda Dunning-Kruger* sendromu enflasyonunun yaşanması kaçınılmaz olur!


Barcelona’dan sevgiler…

23 Şubat 2022


*Dunning-Kruger Sendromu, David Dunning ve Justin Kruger adlı iki ABD'li psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı.

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." teorisini temel alarak fizyolojik ve zihinsel alanda çeşitli uygulamalar sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:


  • Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

  • Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

  • Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

  • Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.




Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page