top of page

Emre Kongar: İstanbul


Emre Kongar: İstanbul, (Bitmeyen Bir Aşk)

1940’lardan Bugüne Efsaneler, Anılar, İzlenimler

Yakup Barokas


Emre Kongar toplum bilimci, gazeteci, profesör. 1983’te, Kenan Evren döneminde, sakalını kesmeyi reddederek askeri rejimi ve YÖK’ü protesto etmek için üniversiteden istifa etti. Tabi ki bakımlı sakalı, çok şık ve bir o kadar da ilginç giyimleri, yelek, fular ve rengârenk kravatları ile bir dönem televizyonların “muhalif” sesi olarak çok izlendi, NTV’de “Yorum Farkı” programını 2005-2011 yılları arasında 6 yıl boyunca sürdürdü.


Pek çoğumuz Covid-19 nedeniyle bir yıldır İstanbul’a gidemedik. Bu nedenle ben, Emre Kongar’ın kişisel tanıklıklar ve renkli anıları eşliğinde okuru bir İstanbul yolculuğuna çıkaran, 2019 basımı, İstanbul’u anlattığı bu kitabını “Kitap Kurdu” köşemizde ele almayı uygun gördüm .


İYT web sitesinde bu yapıtı tanıtmamın diğer bir nedeni de bir taşla iki kuş vurmuş, yazarın İstanbul’la ilgili aktardığı efsaneler arasında uzun uzadıya değindiği diğer bir edebi eserden, Stefan Zweig’in “İnsanlığın Yıldızının Yükseldiği Anlar” kitabından da bir nebze söz edebilme imkânını yakalamış olmamdır.


Emre Kongar, kitabının başlığında da belirttiği gibi İstanbul’a “bitmeyen bir aşk ”la bağlandı. Ancak Kongar, kentin perişan edilmeden, politikacılar tarafından servetlerine servet katmak için yağmalanmadan, tecavüz edilmeden önceki haline âşıktır. Yazara göre, İstanbul’un ilk tarihi dokusunu yok eden siyasetçi, Millet ve Vatan caddelerini açarak tarihsel yapısını yıkan, Tarihi Yarımada’yı bütünüyle tahrip eden Adnan Menderes’tir.


İstanbul’un bağrında Nişantaşı’nda bir hastanede doğan Kongar, kitabında kente duyduğu büyük aşkını anlatır; sınıf atlamak isteyen, sonradan görmelerin işgal ettiği Nişantaşı’nı, Osmanbey’i, Maçka’yı, Şişli’de Site Sineması’nda suareden önce İlham Gencer’in canlı müzikle yaptığı programları, Konak sinemasındaki buluşmaları, el ele tutuşmaları belleğinden hiç silemez.


Kitabının “içindekiler” sayfasına bakıp, - İstanbul’un Gerçek Adı Nedir? - İstanbul Üzerine Efsaneler ve Bir Yalan -Eski İstanbul: Maçka- Beyazıt Tramvayı - Beyoğlu’nda Sahte Bilet Günleri (Sinemalarda biletlerin karaborsadan satıldığı günleri anlatır) -Nisan Günlerinde Aşk ve Taksim Belediye Gazinosu gibi pek çok başlıktan sizi ilgilendirenleri de okuyabilir ve bir çırpıda 215 sayfalık kitabı bitirebilirsiniz.


Ben, kitabın 34. sayfasından 44. sayfasına kadar yer alan, “İstanbul’un Fethi; Stefan Zweig” bölümüne takıldım açıkçası. Emre Kongar’ın bu anı kitabında “Amok Koşucu”, “Gömülü Şamdan” ve “Satranç” kitaplarını okuduğum ve edebiyatın her türünde eserler veren, öyküler, biyografiler, monografiler, denemeler, tiyatro oyunları, hikâyeler yazan son derece üretken, hemen her kitabıyla büyük başarılar elde eden, yapıtları başka dillere en çok çevrilen ve kitaplarının birçoğu Nazi döneminde yakılan Stefan Zweig’in bir öyküsünden alıntı yapılması bana ilginç geldi.


Zweig’in 1927 yılında kaleme aldığı, “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” adlı öykü kitabında amaçlanan, insanlık tarihinde, sonuçları gelecek yüzyılların durumunu belirleyecek bir kararın verildiği bazı gerilimli zaman dilimlerini anlatabilmektir.


Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederek, din/tarım dünyasının endüstri dünyasına doğru değişmesinin tohumlarını atmıştır. Bu nedenle Zweig, İstanbul’un fethini insanlık tarihinde oynadığı çok önemli rol dolayısıyla kitabının ana öykülerinden biri yapmıştır.


Mehmet, verdiği kararlardan asla dönmeyen, çevresine dehşet saçan çok acımasız biridir ve taht için rakip gördüklerini öldürmekten kaçınmaz. Henüz reşit olmayan kardeşini hamamda öldürtür ve cinayeti işlettirdiği katili onun arkasından ölüme yollar.


Zweig, Bizans’ın fethindeki dinsel törenleri ballandıra ballandıra anlatır. 5 Nisan 1453 günü Osmanlı ordusunun “bir sel gibi” surların önüne yığıldığını belirtir ve kuşatmanın başındaki görkemli namaz sahnesini tarif eder. Macar asıllı top döküm ustası Urban’ın büyük topu, güllesi 680 kilogram, menzili 1200 metre olan “Demirden Ejder”i, karadan yürüyen gemileri anlatır.


“İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” kitabında anlatılana göre, büyük kapılarının açılmadığı saatlerde yayalar için kullanılan Kerkaporta adlı küçük bir kapı son gecenin telaşı içinde açık unutuluyor. Az sayıda yeniçeri bu kapıdan girer; onları arkalarında gören Bizanslılar panik içinde “Kenti ele geçirdi” diye bağırınca bu söylenti Bizanslıların direncini tamamen kırar ve paralı askerler siperlerini terk edip kaçarlar.


Bu gerçek mi, efsane mi? O küçük kapı bilerek açık bırakılıp Bizanslılar ihanete mi uğruyorlar? Peki, Ulubatlı Hasan uydurulmuş bir hikâye mi? Her neyse yolunuz bir gün İstanbul’a düşer veya bir dostunuz yollayabilirse Emre Kongar’ın bizi kişisel tanıklık ve renkli anıları eşliğinde bir İstanbul yolculuğuna çıkardığı kitabı edinebilirseniz İstanbul’a uzaktan ağıt mı yakmalı, yoksa her şeye rağmen umudu mu yeşertmeliyiz sorusunun yanıtını da bu kitapta bulabileceksiniz.



· Emre Kongar: İstanbul; Remzi Kitapevi, 2019; 224 sayfa

*****

Bir sonraki yazı: 3 Şubat 2021

Comentarios


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page