top of page

Efsanevi Chelsea Hotel




“Unutma, hayatta hep olduğun kadar varsın.”

Yoksa “lanetlenmişlerin” ve “dışlanmışların”, meşru ve alışılmış toplumun vicdan azabı olarak uç vermiş bir otel mi demeliyim? Ya da her kapısının arkasında farklı bir öykü barındıran otel?


Bu yazımda gündelik yaşantılarımızın sıkıntılarını bir tarafa bırkıp, gelin sizleri New York şehrinin cıvıl cıvıl mahallesi Chelsea’nin 222 W. 23rd St. adresindeki ikonik oteli Hotel Chelsea, ya da Chelsea Hotel’e götüreyim; çünkü maalesef bu otel 2011 yılından beri yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya!


883 ile 1885 yılları arasında inşa edilen ve 1884 yılnda kapılarını açan oniki katlı kırmızı tuğla yapı zamanında New York’un en yüksek binasıymış ve kentin ilk özel apartman kooperatfiymiş. En göze çarpan özelliği çiçek motifli fer forje balkon demirleri ve oniki kat tırmanan alabildiğine geniş mermer merdivenleriydi.

Son on yıldır bir başlayıp bir biten inşaat çalışmaları içinde yaşam mücadelesi vermekte olan elli kadar müdavimin tüm çabalarına rağmen kaçınılmaz son geldi çattı. Ondokuzuncu asırdan kalma bu Viktorya Gotiği tarzı binanın yenilenmesi elbette kolay olmayacaktı: yıllardır orada yaşayan kiracılar organize olunca mülti milyonluk lüks butik otel yatırım projesini defalarca durdurmayı başardılar. Son aldığım duyumlara göre hem otel hem de bitişiğindeki Don Quijote restoran 2022 Şubat ayında sessizce kapılarını yeniden açmış. Fırsat bulursam gidip bir kolaçan edeceğim.


New York’un tarihi bir nirengi noktası olmasının ötesinde iki şeyi ile ünlüdür bu otel: orada yaşamış dünya çapında ünlüler ve orada vuku bulmuş ölümlerin sayısı. Mark Twain, Allen Ginsberg, Arthur Miller, James T. Farrell hepsi bu otelde yaşadı. Bir çok oyuncu, film yönetmeni ve müzisyen de burayı ev olarak benimsedi. Hatta 1980 li yılların başlarında Madonna bile burada yaşadı. Ve size bir dedikodu vereyim, 1968 lerde Leonard Cohen’in Janis Joplin ile bir gecelik ilişkisi bu otelde oldu. Dilerseniz ekte bulacağınız videodan Cohen’in Joplin için burada bestelediği Chelsea Hotel No.2 şarkısını dinleyebilir ve otelin içerisini görebilirsiniz!





Bette Midler, Pink Floyd, Jimi Hendrix ve Jim Morrison da otelin ünlü sakinleri arasında. Titanik faciasından kurtulan bir avuç insanın da bu otelde kaldığı söylenir. Kısacası Hotel Chelsea bir otelden çok ütopik bir komün idi. Kalanlar ya para verir, paraları yoksa ürettikleri tablo, heykel veya benzeri şeyleri burada bırakırlardı. Otelin lobisi, ünlü geniş merdivenleri ve koridorları adeta bir müze gibidir. Renovasyon çalışmaları başlayınca tüm bu sanat eserleri bir depoya kaldırılmış.


Otelde ölenlerin sayısı ile de ünlenmiştir Chelsea Hotel dedik. En ses getiren ölüm kuşkusuz punk rock ustası Sid Vicious’un kız arkadaşı Nancy Spungen’i birlikte yaşadıkları 100 numaralı odada bıçaklamış olduğu rivayetidir. Ancak rockçunun kendisi de bu olaydan üç ay sonra ölmüştür. Dylan Thomas bu otelde alkol komasına girip ölmüş, yazar Charles. R. Jackson 1968’de yine bu otelde intihar etmiştir. Ünlü şair Dylan Thomas 9 Kasım 1953’te zatüreeden öldüğünde de bu otelde yaşıyordu.


Bunları bir tarafa bırakalım da Chelsea Hotel ile benim maceramdan söz edeyim. Bu otel ile tanışmamı Martin Scorsese’nin Chelsea Hotel’de çektiği yarı belgesel bir filme borçluyum. Otelin öyküsü beni öylesine meraklandırmıştı ki New York’a gittiğimde ilk işim Chelsea Hotel oldu. İlk karşılaştığım aşağıdaki fotoğrafta görülen yüksek tavanlı inanılmaz lobi idi. Ben aval aval sanat eserlerine bakarken yanıma iri kıyım siyahi bir adam yanaştı ve orada ne yaptığımı sordu. “Oteli geziyorum,” dedim, “üst katlara çıkabilir miyim?” “Hayır, çıkamazsınız,” dedi ama yandaki kapıdan girip Don Quijotte lokantasında yemek yiyebilirsiniz.” Bu arada geniş mermer merdivenlerden kafasında kırmızı benekli bir külah ile palyaço kılığında bir adam ve çingene kıyafeti giymiş (erkek veya kadın?) birileri iniyordu.



Hotel Chelsea lobisi


Chelsea Hotel sıradan bir otelden çok, bir yaşam biçimiydi. İster hippi tarrzı deyin, ister enetellektüel deyin, ya da bohem deyin, Arthur Miller ile bir elektrikçinin birlikte yaşayabildikleri ortak bir yaşam alanıydı. Arthur Miller 1960’larda The Chelsea de yaşamı anlatan kısa öyküsü "The Chelsea Etkisi"ni burada yazmış, Allen Ginsberg ve Gregory Corso gibi ünlü şairler de felsefi ve edebi değiş tokuşlarını The Chelsea de yapmayı seçmişlerdir. Andy Warhol 1966 da bu otelde yaşayan birkaç kızın hayatını konu edinen Chelsea Kızları filmini yine bu otelde çekmiştir.



The Chelsea’yi iyi ki görmüşüm, iyi ki böyle bir yaşamın mümkün olabildiğinin farkına varmışım diyorum! Umarım yeni bina da eski ‘vibe’ını koruyabilmiştir.









Commentaires


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page