Burası Son Durak - Yad Vashem Holokost Müzesi
Yeğenim geldi. 2 sene korona süresi boyunca özlem gidermek zamanı. Gelmeden önce ne yapalım soruma, Yad Vashem Müzesini gezelim deyince, green pass ve ön rezervasyonla kapısındaydık. İçeri en son girişim 2004 yılındaydı ve bence herkes senede en az bir kez buraya gelmeli hissiyle çıkınca, bu özel mekanı sizlerle paylaşmak istediğime karar verdim. Daha önce gezenlere hatırlatma, hiç görmemişlere rehber, kendim içinse acı ile karışık umut etmenin ve insanlığı sorgulamanın sözcükleri olsun bu yazı.
Bu ziyaretimizin Birleşmiş Milletler tarafından 2005 yılında Holokost kurbanlarının anısına Uluslararası Holokost Anma Günü olan 27 Ocak (Auschwitz'in kurtuluşu) haftası yapılmış olması bana evrende bazı ilahi anlar olduğunu hatırlattı.
Yad Vashem İbranice’den "Yad=Anıt ve Shem=İsim" olarak Türkçeye çevrilebilir. Bu mekân İsrael'in Holokost kurbanlarının resmi anıtıdır. Öldürülen Yahudilerin anısını korumaya adanmış ve onların isimlerini taşıyacak kimsesi olmayan Yahudi kurbanlarına ulusal bir emanetçi kurma fikrinden doğmuştur.
19 Ağustos 1953'te İsrail Parlamentosu Knesset oybirliğiyle Yad Vashem Yasasını kabul etti ve amacı "Yahudi halkının tüm üyelerinin Anavatanda anılması" olan bu müzeyi Herzl Dağı'nın batı yamacında, Yeruşalayim’in tepelerinde kurdu. Yad Vashem, giriş ücreti alınmayan, her yıl yaklaşık bir milyon ziyaretçiyle Ağlama Duvarı'ndan sonra ülkede en çok ziyaret edilen ikinci mekandır.
Holokost Tarih Müzesi 4.200 metrekareyi kaplar. Çok farklı bir mimari tarzda yapılan bina, 200 metre uzunluğundaki, sivri uçlu prizma yapısıyla bir tünelde dolandırıyor bizleri.
Dünyaca ünlü mimar Moshe Safdie tarafından tasarlanan müze, her iki ucu da dramatik bir şekilde açık havaya çıkan, dağın bir tarafından diğerine nüfuz eden prizma benzeri üçgen bir yapıdır. Yapının üçgen formu, 200 metre uzunluğundaki cam bir ışıklık aracılığıyla yukarıdan gün ışığını getirirken, prizmanın üzerindeki dünyanın basıncını desteklemek için seçilmiştir.
Bu tünel sizi içerde dolandırırken aslında üzerine inşa edildiği dağı keserek size adeta yol açıyor. Yerleşiminin bu şekilde yapılması, o korkunç yıllar boyunca Yahudilerin durumunun karmaşıklığını tasvir ediyor. Galerileri gezerken, benzersiz ortamlar, farklı yükseklikteki alanlar ve farklı ışık dereceleri mekân kavramını kaybetmeniz için tasarımlanmış adeta. Bildiğiniz şekillerden faklı bir salınım içinde, bazen karanlıkta bazen aydınlıkta hayatta kalan tanıklıklar ve kişisel eşyalar aracılığıyla kurbanların deneyimlerini vurgulayarak, Soykırım hikayesini benzersiz bir Yahudi perspektifinden bizlere aktarıyor.
Müzenin tarihsel anlatısının sonunda, Holokost kurbanlarının Tanıklık Sayfalarının saklandığı (Bugüne kadar toplanmış 2,2 milyon Tanıklık Sayfası kayıtlı, henüz sunulmamış olanlar için raflarda boş alanlar oldukça etkileyici bir manzara sunuyor bizlere), ölenlerin anısına bir anıt olan İsimler Salonu (Hall of Names)yer alıyor. İsimler Salonundan çıkan ziyaretçiler kurtulanlar tarafından dile gelmiş son sözlere ve oradan da panoramik Kudüs manzarasına açılan balkona çıkıyorlar. Bu çıkış, aşağıdaki vadinin eşsiz bir görünümünü sağlayan, dağın yamacından çarpıcı bir şekilde özgürlük, nefes olarak karşınıza çıkıyor.
Nice tanınmış Yahudi bilim adamlarının vaktinde vatadaşı oldukları ülkeleri terk edebildiklerinden dolayı yaşam hakkı kazandıklarını, bazılarının ise kamplardan sağ çıkabildiklerini gördük. Albert Einstein, Sigmund Freud, Stefan Zweig, Elie Wiesel, Otto Warburg, Edith Balas, Sonia Levintin...
Kişisel eşyaların en basite indirgendiği seyahat valizlerinin umutlarına şahit olduk. Ailesinin nerede olduğunu asla bilemeyen çocuğun adını okuduk. Kaçma planları yapanlar yüzünden hayatlarından olanların vicdan azaplarını izledik. Küllerinizin bile dışarı çıkamayacağı kamplardaki vahşete tanık olduk.
Adınızın bir numaraya dönüştürüldüğü, üzerinde sayısız deneyler yapılan insanların son sözlerini dinledik. En özel olanı ise 6.000.000 milyon Yahudi’nin sadece ırkından dolayı katledildiği kamplarda ismi bilinmeyen tüm insanlar için yanan ve her zaman yanmaya devam edecek ateşin önünde göz yaşlarımızı sildik. Soykırımda katledilen 1.500.000 milyon çocuğun adlarını dinlerken ürperdik. Bu planı yapanların adlarının mahkemelerde (Nuremberg Mahkemeleri) savaş suçlusu olarak anıldığına ve yakalanabilenlerin adalette hak ettikleri yerlerini aldıklarına şahit olduk.
Bahçesinde dolaşırken etrafınza dikkat edin. ‘Dürüstler Yolu’ diye bir yol var. Çok farklı bir durumla karşıkarşıya olduğunuzu ağaçların diplerinde tabelalara yazılı isimlerin Yahudi isimleri olmadığında fark edeceksiniz. Bu yolda 2.Dünya Savaşı’nın en karanlık döneminde bu katliamdan insanları kurtaran her Yahudi olmayan bir kişi için bir ağaç dikilidir. Bu ağaç keçi boynuzu ağacıdır*. Meyvelerini 70 yıl sonra torunlarınızın yiyebileceği bir ağaç… Bu insanlar onurlandırılarak sonsuza kadar isimlerinin yaşamasını amaçlamış müze yetkilileri.
Bir insan hayatı kurtarmak demek bir nesil yaratmak demektir. Bu duyarlılığa gelenleri gönülden kutlayıp, onların insanlığı bu şekilde onurlandırılmış. Oskar Schindler bu güzel yürekli insanlardan sadece bir tanesi, 1200 Yahudi’yi kurtardı. 1993 yılında Steven Spielberg tarafından filme adapte edilen hayatı ödül zengini bir yapıt olarak tarihe geçmiştir. Peki hanginiz Shindler’in savaş sonrası aldığı maaşla asla geçinemediğini ve 1974’te ölümüne kadar onun kurtardığı Shindler Yahudileri tarafından bakıldığını ve mezarının bugün Yeruşalayim’de Mount Zion’da olduğunu biliyor muydunuz? Dürüst Adamlar Yolu’nda ( Righteous Among the Nations )bir Türk diplomatının ruhuna adanmış bir ağaç bulunuyor. Bu, 50 Yahudi'yi kurtaran Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen adınadır.
Bahçenin içinde sizi bekleyen bir tren vagonu var. Sürgün Edilenler Anıtı olarak da bilinen bu anıt, Yad Vashem'in bahçesinde sergileniyor. Görünmese de içinde Dan Pagis'in “Mühürlü Demiryolu Arabasında Kurşun Kalemle Yazılmış”*** şiiri sergileniyor. Bu tren bir tepede demiryolunun bittiği alanda, masmavi gökyüzüne ve yemyeşil ağaçların arasında duruyor. Önünde başka yol yok. Asla da olmayacak. Çünkü bu trenin son durağı burası. Bir daha yola çıkmayacak çünkü bizler olanları
ASLA UNUTMAYACAĞIZ.
----------------
*Ağacın hikayesini Sami Aker’in Şalom gazetesi yazısından okuyabilirsiniz.
https://www.salom.com.tr/arsiv/haber-81374-haber.html
** Vagon’un hikayesini seyretmek isteyenler. https://youtu.be/W9ppbJl4CmE https://youtu.be/IzNfL8UG_fshttps://www.salom.com.tr/arsiv/haber-81374-haber.html
*** Written in Pencil in the Sealed Railway-Car By: Dan Pagis
here in this carload I am eve with abel my son if you see my other son cain son of man tell him I
Kommentare