Bugünmüş gibi anımsıyorum – henüz 14-15 yaşımdayken annem-babam ile sinemaya gidişlerimden birinde, Erich Maria Remarque’ın aynı isimli romanından (“Zeit zu leben und Zeit zu sterben”) 1958’de Hollywood’da uyarlanmış “Time to Live and Time to Die” filmini izlemeden önce, çok şey borçlu olduğum babam bana EMR’ın “pasifist” bir yazar olduğunu anlatmıştı. O gün ilk kez duyduğum bu tanımın savaş karşıtı veya barış sever anlamına geldiğini, II. Dünya Savaşı’nı konu alan bu filmi izlerken anladım – ve çok daha sonra, bu Alman yazarın Hemingway veya Steinbeck gibi isimlerin yer aldığı “lost generation” akımına neden dahil edildiğini…
Gel zaman, git zaman – ondan 60 yıl sonra EMR’ın 1929’da yayımlanan ve milyonlarca baskı yapmış olan “Im Westen nichst Neues” başlıklı (1956’da Burhan Arpad tarafından “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adıyla Türkçe’ye kazandırılmış) romanı, iki ABD yapımından sonra şimdi Alman bir ekip tarafınca özgün lisanında filme alındı. Geçen hafta Netflix kanalında izlediğim bu yeni yapım, genç yaştaki Alman lise öğrencilerinin, aşırı ulusalcı öğretmenlerinin telkiniyle katıldıkları I. Dünya Savaşı’nı konu edinirken, gerçekçi çatışma sahneleriyle göz doldursa da, son derece beceriksiz biçimde kotarılmış sonuyla bana kalırsa yine de kötü not alıyor!
Filmin yönetmeni Edward Berger, Spielberg’in “Saving Private Ryan” filmindeki görüntülerinden bugüne dek izlemiş olduğum en gerçekçi toplu ve teke tek savaşım kareleriyle, filmin doruk noktalarını oluşturuyor. Gerek askerlerin sığındığı ve oradan ateş ettikleri hendek içinde olsun, gerekse geniş savaş alanında sergilenen acımasız devinimler, özellikle filmin 70. dakikasında başlamak üzere sergilenen kanlı sahneler, izleyicileri derinden etkilemesini bilmiş. Keza, Alman ve Fransız diplomat/subay heyetlerinin cepheye yakın bir tren vagonundaki ateşkes görüşmeleri, tarihi olayları bire bir aksettirirken, daha çok sayıda Alman askerinin ölmemesi uğruna yenilgiyi bir an önce kabullenmek isteyen gerçekçi sosyal demokrat siyasetçi ile cephenin çok gerilerinde yemeğini yerken ve elinde şarap kadehi, savaşın sürmesini yeğleyen generalin ikilemi de başarılı bir şekilde vurgulanmaktadır. Bundan öte, özellikle piyade Paul Bäumer (PB) başrolünü üstlenen Avusturyalı tiyatro oyuncusu Felix Kamerrer’in başını çektiği genç askerlerin oyunculuk başarımları da yadsınamaz…
…ancak, sadece EMR tutkunlarının değil, romanların beyaz perdeye doğru dürüst biçimde aktarılmasını arzu eden herkesin bu uyarlamayı eleştirmesini gerektiren birçok sakıncalı yönü var bu filmin!
Şöyle ki,
- Paul Bäumer’in gönüllü olarak orduya yazılması özgün romanda 1915 yılında gerçekleşirken, filmde nedense “Bahar 1917”ye alınmıştır ki, buna göre savaş deneyimi bir yana, ordu yaşamına bıkkınlığının üç değil, sadece bir yıl içinde oluştuğu dışa vurulmaya çalışılırken, bu karmaşık ruhsal durumu pek inandırıcı olmuyor;
- özgün romanın önemli bir bölümünü oluşturan Bäumer’in sekiz günlük izin süresi ile özellikle o hafta içinde yaşadığı yıkıcı yabancılaşma duyguları ise, filmde hiç konu edinmiyor;
- filme birtakım tarihi, ancak askerlerin ruhsal durumuyla ilgisi olmayan “yeni” kişiler (örn. Alman siyasetçi M. Erzberger ve Fransız general F. Foch) getirilmiş, onun karşılığında ise romanda yer alan bazı etkileyici özyapılar, olduğu gibi çıkarılmış;
- en önemlisi ise, filmin sonu tamamen değiştirilmiş ve –izleyenler anlayacaktır– ateşkesin oluşacağı 11 Kasım 1918 “saat tam 11’i 11 dakika geçe” olarak vurgulanması, kitsch öğelerine varan bir zamanlamayı içeriyor
- ve dolayısıyla romanın başlığı olarak vurgulayıcı/belirleyici bir anlam taşıyan o “batı cephesinde yeni bir şey yok” tümcesinin ağırlığı tamamen yitirilmiş oluyor!..
Şurası kesindir ki “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” filminin “yardımına” (!) yetişmiş Rusya/Ukrayna Savaşı, genç askerler ile savaşın vahşeti sorunsallarının altını bir kez daha çizdirmiştir – keza, neredeyse “naklen” izlediğimiz bu savaşta gördüğümüz gibi, yararlanılan tüm elektronik/bilgisayar donanımlı çağdaş vurucu yöntemlere karşın, iki ayaklı piyade’nin önemi gene de yadsınamıyor!
Ürkütücü savaş sahnelerini özlemiş olanlar, bu uyarlamayı beğenecektir kuşkusuz – ancak özgün romanı o denli pasifist ve anlamlı kılan, tüm dinlerin “öldürmeyeceksin” emrini “öldürmek için iyi nişan al!” buyruğuna çevrilmesini eleştiren yönünü ıskalamış gibi görünüyor bu film – her ne kadar Yabancı Oscar dalında Almanya’nın adayı olarak seçilmişse de…
*****
Comentarios