(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
Merhaba sevgili okuyucularım. Çığ gibi akıp giden iki haftanın ardından, yeniden merhaba. İnanır mısınız klavyenin başına geçene kadar ne yazacağımı bile bilmiyordum, itiraf edeyim mi, hala da tam bilmiyorum.
Huzur; evet, yazımızın konusu huzur olabilir. En çok istediğimiz ve ihtiyacımız olan şey huzur değil mi? Peki her zaman huzurlu muyuz? Valla sizi bilmem ama, ben huzuru çok ender tadanlardanım. Neden diyecekseniz, kabahat bende, çünkü benim huzuru bulabilmem için çok ağır şartlarım var. İnanın ki öyle, ne yapabilirim elimde değil. Etrafta derin bir barış havası esecek, herkes birbiriyle ahenk içinde olacak. Etrafımdaki herkes güler yüzlü ve hoşnut olacak. Hır gür sesleri duyulmayacak. Geri planda alçak sesli bir klasik müzik parçası çalacak ve/veya, etrafta kimse olmayacak, yarı uzanır vaziyette kitabımı okurken, tamamen sessizlik olacak. Beni kimse, hiçbir şeyle rahatsız edemeyecek.
Hadi bakalım böyle bir şey olabilir mi? Hayatta çeşitli kompozisyonlardan oluşan toplantılar, aile yemekleri, tv izlemeleri, etraftan gelen sesler, komşuların gürültüleri, ambulansların canhıraş feryatları, çocuk ağlamaları, insan bağırışları…bunların hepsi hayatın gerçekleri.
Bir de kimsenin hiç duymadığı içsel sesler var. Özlediğinin sesi, söyledikleri ve söyleyemedikleri, yapmak istediklerinin sana dayattığı zor denklemler, gitmek isteyip de gidemediğin uzak limanlar, yakalamak isteyip de erişemediğin eller, geride kalan ve yaşanamayan hayaller. Bunlar seni zaman zaman huzursuz eder.
Bir de etrafına bakıp yakalayabileceğin tatlı huzurlar var. Bunları daha kolay yakalayabiliyorsun. Büyük oğlum benim için ezelden beri huzur kaynağıdır. Doğduğu günden beri beni hiç üzmeyen nadir yaratıklardan biri. Onun sonsuz ve bitmeyen güneş ışınları beni her zaman şefkatle sarmalar.
10 Temmuz akşam saatlerinde Recanati Huzur Evi’nde onunla birlikte bir konser vereceğiz. Prova yapmak gerekir, bu yüzden dün akşam eşini ve çocuklarını evde bırakarak bizim eve geldi. Onun en sevdiği yemek olan makarna yedik. Alçak sesli güzel bir yemek sohbeti oldu. Sonra prova başladı. Babası gitar çaldı ve Soni şarkı söyledi. Oğlumun sesi, uhrevi bir ses. İnanın bana onu dinlerken huzur denizinin derinliklerinde kulaç atıyorsunuz. “İşte “dedim “huzur burada, kanepede oturup oğlumun şarkılarını gitar eşliğinde dinlemek”. Sanırım her birinizin farklı huzur kapıları vardır. Hafifçe kapıyı aralayıp içeriye süzülüverirsiniz. Ben dün gece tam bir saat boyunca, o kapıdan cennete girdim. Güzel müziğin, sadeliğin, asaletin içinde huzurla birleştim, kendimden dışarı çıktım.
Şimdilerde bir kitap serisi okuyorum. Bunlar dört kitaptan oluşan Napoli Hikayeleri adlı bir roman. Elena Ferrante adlı İtalyan bir yazarın roman serisi. Şu anda 3.kitabı yarıladım. Bu nasıl bir akıcılıktır? Sanki kahramanlar ete kemiğe bürünmüş, eskiden beri tanıdığınız, sevdiğiniz veya sinir olduğunuz tipler. Kitaba dalınca kendimi unutuyorum. Dış uyaranlar olmasa bitene kadar durmadan okuyup bitireceğim. Bu da bir tür huzur…
Aslında benim huzur arayışlarım çok masrafsız. Hatırlar mısınız, çok eskiden şöyle 45 yıl önce Mazhar Alanson’un “Bodrum Bodrum” diye bir şarkısı vardı. Bir dizesi şöyleydi;
Biraz uyku, biraz duygu…
Bütün isteğim buydu…
Bodrum, Bodrum…
İşte böyle dostlar. Benim de bütün isteğim bu, biraz uyku, biraz duygu, biraz şefkat, biraz dostluk, iki tatlı çift laf. Ha bunun yanında da, etrafında iyi insanlar varsa, tadından yenmez.
Gelecek yazıda buluşuncaya değin sevgi ve huzurla kalın.
Commenti