Bundan neredeyse bir yıl önce bu köşemde, aynı başlıkla yayımlanan yazıma başlarken “Dokuz aylık bir ayrılıktan sonra, İstanbul’u hoş ‘bulduk‘ (mu dersiniz?)… ” demiştim – ve yine dokuz ay geçti, bu (eskiden daha) güzel kente bir kez daha gelmeden… Bizi buraya daha çok Burgazadası çekiyor, Ada’daki tüm değişikliklere rağmen… Öte yandan yeni açılmış olan Botter Han, Caz Festivali’nin kapanış konseri veya İstanbul Modern’in yeni binası; belki açık havada izleyebileceğimiz bir-iki oyun ve konserin de özel bir çekiciliği vardır kuşkusuz, ancak gerek kentte gerek Burgaz’da insanı üzen birçok olgu ile karşılaşıyoruz ve de karşılaşacağız – bundan eminim…
Ada’daki evimizin hemen arkasında orman başlıyor… Ne var ki, kendi vatandaşına güvenmeyen bürokrasi, ona ormana girişi engelliyor. Ormanı yakacaklar korkusuyla, yurdum insanlarına tüm yaz boyu ormana giriş yassak!
Diğer yöne doğru, lomşu adalara bir kadeh kaldırıyorsun – ancak arka planda bir beton yığını, güzel yeşili kirli beyaz ile örten!
2021 yılında yayımlanmış olan “Canlı Bir Etnografik Müze” başlıklı Burgaz kitabım tükendiğinden, bu yaz için planladığımız ikinci baskısı için birçok Adalı ile yeni söyleşiler yaptım – ve, ne diyeyim size, neredeyse tümü, dışa vurdukları büyük bir üzüntü ile “yeni” Burgaz’ı eleştiriyor, eskisine ağıtlar yakıyordu. İşte, “Gidenlerin yerini alan insanların bir kısmının ve dışarıdan günü birlik eğlenmeye gelen ahalinin artık neredeyse tamamının, ayak bastıkları SİT bölgesi olan Burgazada’nın hangi anlama geldiğini, keza orada nasıl davranılması gerektiği hakkında hiçbir şey bilmemeleri, farkında bile olmayıp, haliyle öğrenmeye de hiç meraklı olmamaları”ndan sitem eden 74 yıllık sadık bir Adalı dostum, yaz aylarını Bodrum’un bir köyünde geçirmeyi yeğliyor örneğin!..
İstanbul elden gidiyor, ne yazık ki… Bakınız, dün elime geçen bir WhatsApp gönderisinde İstanbul’da kuryelik yapan bir kişi, mültecilerle ilgili ne tür izlenimlerde bulunuyor: “Mülteci sorununu sadece sosyal medyadan ya da TV'den gördüğünüz kadar sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Gelin size ben gerçeği anlatayım: Ben İstanbul'da kuryelik ve genelde günde ortalama 200 km yol yapıyorum. Pendik'ten Silivriye her ilçeye, her mahalleye giriyorum. Tahminime göre Esenyurt, Başakşehir, Beylikdüzü, Fatih ve Bağcılar ilçelerine bir süre sonra TC vatandaşı giremeyecek…” Belirli bir süre Türkiye’ye uzak kalmış okurlarımız, bu isimlerin bazılarını belki ilk kez duyacaklardır – işte onlar, 85 milyonlulk ülkenin neredyse dörtte birini barındıran metropolün yeni yaşam alanlarıdır. (Efendim, gene geçtiğimiz yaz içinde bu köşede “araplaşmaya” karşı oluşmuş tepkileri ti’ye alan “Şu terbiyesize bak!” başlıklı bir yazımın iletisini kavrayamayarak, beni “ırkçı” olmakla “şiddetle” kınamış olan kişiler vardı – umarım, onların hiç bir zaman bu ilçelerde işleri olmasın!)
***
Bu satırları yazarken, inbox’uma gelen Cenin haberleriyle sarsıldım – hani o Arap yerleşim kenti ki, oradan son iki yılda 59 terörist saldırısı yola çıkmıştı ve yakınında daha iki hafta önce iki sivil İsrailli kurşunlandı! Hemen BBC World haberlerini dinlemeye koyuldum, ancak orada “Filistinli göçmen kampına İsrael saldırısı”ndan söz ediliyordu öncelikle... İşte, benim yazımı “ırkçı” bulmuş olan bazı kimselerin olduğu gibi, gerek BBC gerek Türkiye’de yayın yapan “Açık Gazete” bu türden misinformation’lardan hareketle (kasıtlı veya kasıtsız biçimde) taraflı haber yayınlamayı sürdürüyor! Bu kişi ve kurumlar, Batı Şeria’dan hareket eden Arap teröristlerin, aynı Gazze’deki Arap terörist grupları gibi, oralarda yaşamakta olan halkı birer “canlı kalkan” olarak kullandıklarını ısrarla anlamak istemiyor! Nazıl ki Gazze’deki füze rampaları sivil halkın oturduğu mekânlara kuruluyorsa, Cenin’de de örneğin bir bomba üretim tesisi, oradaki mülteci kampında konuşlanmıştı!
İşte tüm bunlar, eskilerin dediği gibi “sözün bittiği yerdedir” – ve, affınıza sığınarak, keyfim kaçtı…
Comments