top of page

Bir Damla Tuz’dan Fazlası – Sigalit Landau




Israel Müzesi Kudüs’teyim. 1965 yılında kurulan Müze, İsrael ve dünyanın önde gelen sanat ve arkeoloji müzeleri arasında. Müze 75 yıl içinde, dünya çapında gelen cömert destekler sayesinde yaklaşık 500.000 nesneden oluşan geniş bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor.


Müzenin nice parçalarının arasında çok özel bir bölüm var. Ölü Deniz Yazıtları’nın* sergilendiği Book of Shrine- Kitap Mabedi. Müzede kaçırılmaması gereken bir bölüm ama ben bugün size müze gezdiğim sıradışı bir sergiyi anlatacağım.


Sanatçı Sigalit Landau ve serginin adı The Burning Sea.




Bizi iyileştirme ve yaşatma gücü olan tuz taneleriyle birlikte kendinizi bir yolculuğu çıkarın. Altından bile değerli olan, her sofrada bulunan, sadece yemeklere lezzet verdiğini düşündüğünüz bu minicik beyaz taneler bu yazıdan sonra belki de gözünüzde başka bir anlam kazanır.


Sigalit Landau, yirmi yıl boyunca dünyanın en alçak noktası olan Ölü Deniz'de çalışmalar yapıyor. Sanatçının eserleri ışıltılı tuz kaplı heykellerden, video çalışmaları ve fotoğraflardan oluşuyor. Tuz’dan ilham alan Landau, kırılgan özellikte harika güzellikte eserler yaratıyor. Ana teması yaşam ve ölüm, yaralanma ve iyileşme, yıkım ve umut.







Yazının devamına geçmeden bu filmi bir seyredin.


Tuzlu su, dünyada en sık rastlanan maddelerden biri. Kaba bir hesapla 510 milyon kilometrekare yüzölçümlü gezegenimizde yedi milyon kilometrekare deniz tuzu bulunuyor.


Sanatçı hem bölgeye dikkat çekmek, hem de yarattığı eserlerin sizde bıraktığı derin sorularla adeta tuz ile aramızda köprü kurulabileceğimizi eşsiz yapıtlarıyla karşımıza çıkarıyor.



Vücudumuzun %70’i su, onun da %3’ü tuz. Bu mükemmel dengenin yaklaşık aynı oranları her hücremizde mevcut.


Yahudi inancına göre her yemekten önce ekmeğin tuza banılması, Leonardo DaVinci'nin meşhur “Son Yemek” adlı tablosunda kötü ruhları uzaklaştırmak amacıyla masaya bir miktar tuz dökülmesi, Roma askerlerinin maaşının* bir dönem tuz ile ödendiği, bazı kültürlerde ilahi, bazılarında tıbbi kullanım alanı bol bir madde olarak karşımıza çıkan tuz, en nihayetinde sanatçının elinden muhteşem güzellikteki heykellere dönüşmüş.



Ölü Deniz’e Lut Gölü adını kazandıran tuzun Tevrat’da şöyle bir hikâyeden geçtiğini bilirsiniz: Tanrı günahkar olarak değerlendirdiği Sodom ve Gomore’yi cezalandırmak ister. Yardım için insan şekline bürünmüş meleklerden biri, Sodom’un tek günahsızı olan Lut’a ailesiyle birlikte kaçmasını ve hiçbirinin arkasına bakmamasını söyler. Lut’un karısının arkasına bakmasının sonucunda tuza dönüştüğü alegorik hikayesi.



Sanatçının çıkış noktası bu konu olmasa da, ortaya çıkardığı eserler, okyanustan yaklaşık 10 kat daha tuzlu ve neredeyse yaşamsız Ölü Deniz’in içindekine hayat şansı vermeyip, sanata inanılmaz bir şans veriyor olması aslında. Sanatçı bir çok objeyi ve günlük eşyaları hipersalin suya* batırıp, tuzun objelerin etrafında kristalleşme yaratmasıyla onları harika birer sanat eserine çevirmeyi başarmış.


Bu filmde objelerin nasıl heykellere dönüştüğünü göreceksiniz.




Her bir parçaya bakmaya doyamayacağınız sergide birde karpuzların tuzlanmadan dolayı oluşturduğu görsellerin olduğu bölüm bir o kadar çarpıcı. Bazı karpuz türlerinin tuzlu suda yetiştiğini öğrenmek de ilginçti.




12 laptop’un sıralandığı toplantı odasını es geçmeyin. Politik olarak bir odada verilen kararların gerçekleri nasıl etkileyebildiğine şahit olmak tüyler ürpertici. Bazen çok yol alınacak diye düşünüp alınan kararların ne kadar büyük yıkımlara ve zararlara yol açabileceğinin bir simültasyonu adeta.



Sergi boyunca göreceğiniz eserlere hayranlıkla bakma sürenizi göz önüne alarak en az 2 saatinizi ayırmak yerinde olacaktır.

(Ben 4 saat kaldım)


Dikkat çekilmek istenen bir diğer konu ise Ölü Deniz’in iki komşu ülkenin denizi olmasından. Ürdün ve Israel. Bu iki ülke eğer aralarında olumlu bir su politikası kurabilirlerse her gün yok olmaya maruz kalan bu denize yeniden yaşam kazandırabilirler. O yüzden sergi aynı zamanda bir köprü mesajınıda içeriyor.




Bana göre en çarpıcı bölümlerden biri olan tuza batırılmış siyah elbisenin hikayesi. Landau, düğün gününde kötü bir ruhla karşılaşıp ölen bir gelinin hikayesini anlatan Yidiş oyunu The Dybbuk'ta giyilen geleneksel siyah Hasidik(ultra Ortodoks Yahudi’lere verilen isim) elbisesini seçti. Bu siyah yas elbisesini üç ay boyunca Ölü Deniz'de çelik konstrüksüyonlara bağladı ve suyun içinde bıraktı. Giysinin kademeli dönüşümünü belgelemek için de su altı fotoğrafları çekti. Günün sonunda yasın rengi olan siyah bembeyaz kristallerle saflığa dönüşmüştü.

Gandhi’nin dediği gibi: “Dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi siz olun,”



Sergi 10 haziran’a kadar açık. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir etkinlik.

Israel Müzesi Cumartesi günleri de dahil olmak üzere 10.00-17.00 kadar, Salı günleri 16.00-19.00 ve Cuma günleri 10.00-14.00 arasında açık.


* İngilizcedeki ‘salary’ kelimesinin bu döneme atfen ‘salarium’dan gelmekte olduğu iddia ediliyor

* Hypersaline Tuzluluğu %o35’i geçen (%o40-%o80) su kütlesi ya da ortam.

* Daha fazla görsel seyretmek isteyenler için






Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page