Bereşit kitabının son peraşası Vayhi’de Yaakov Avinu’nun Mısır’da ölümü, mumyalanması ve Erets-Yisrael’e götürülerek orada, Hevron şehrindeki Mearat Amahpela’da bulunan aile mezarlığına gömülmesi anlatılmaktadır.
Cenaze dönüşünde kardeşlerin Yosef’e bir mesaj gönderdiklerini okuyoruz:
“Yosef’e [ulaklar göndererek, ona şöyle] söylenmesini emrettiler: ‘Baban, ölümünden önce [bize] şöyle bir talimat vermişti: “Yosef’e şöyle deyin: Lütfen; kardeşlerinin suçunu ve kabahatini bağışla, çünkü sana kötülük ettiler. Ve şimdi; lütfen, babanın Tanrı’sının kullarının suçunu bağışla”’. Kendisine konuştuklarında Yosef ağladı” (Bereşit 50:17).
Daha sonra kardeşleri de gelip Yosef’in huzurunda yere kapanırlar ve “Kölen olmaya hazırız” derler. Ama Yosef kardeşlerini temin eder:
“Korkmayın. Ben Tanrı’nın yerini alabilir miyim? Siz bana kötülük etmeyi düşündünüz; ama Tanrı sonucunu iyi yaptı. Bunu büyük bir toplumu hayatta tutmak için yaptığı bugün gibi açık! Dolayısıyla korkmayın. Hem sizin hem de çocuklarınızın ihtiyaçlarını ben karşılayacağım.” Onları yatıştırarak kalplerine hitap etti” (Bereşit 50:19-21).
Yosef’in, kardeşleri ve babasıyla tekrar kavuşmasının anlatımında çok büyük bir boşluk vardır. Acaba Yosef kardeşlerini affetmiş midir? Acaba aradan geçen 22 yıl boyunca neler olup bittiğini, Yosef’in Mısır’a inmesini başlatan olayın tam olarak nasıl geliştiğini babalarına hiç anlatmışlar mıdır? Tora’nın bu konudaki suskunluğu fazlasıyla göze çarpmaktadır.
Bazı otoritelere göre Yosef kardeşlerini affetmemiştir. Tabii ki onlardan intikam almamış, aksine, onların tüm ihtiyaçlarını bizzat kendisi karşılamıştır. Ama onları hayatı boyunca affetmiş değildir. Her ne kadar olayın bütününü, Tanrı’nın ayarladığı, sonucu iyi olan bir senaryo olarak kabul ettiyse de, köle olarak satılıp, sonunda gençliğinin 12 yılını berbat bir çukurda geçirmiş olmasının müsebbipleri olan kardeşlerinin bu yaptıklarını unutamamıştır. Geleneksel bilgilerimize göre bunun uzun vadeli sonuçları olmuştur. Gerçi bu yazının konusu değil, ama özetle, Hahamlarımız, on kardeşin günahı ile, on büyük hahamın – ki aralarında en ünlüsü Rabi Akiva’dır – Romalılar tarafından işkencelerle katledilmesi arasında direkt bir bağlantı olduğunu söylerler. Hatta Rabenu Behaye’ye göre, buna yönelik bir imayı yukarıdaki pasuklarda bile bulmak mümkündür. Zira pasuk önce “kardeşlerinin suçunu ve kabahatini bağışla” dedikten sonra, bir de “babanın Tanrı’sının kullarının suçunu bağışla” demektedir. Hahamlarımızın Kabala prensiplerine dayanan bir öğretilerine göre, bahsi geçen on haham – “babanın Tanrı’sının kulları” – Yosef’i satan on kardeşin ruhlarının reenkarnasyonlarıydı. Bu görüşe göre, Yosef’in, kardeşlerinin mesajı karşısında ağlamasının sebebi sadece, yeni kaybetmiş olduğu babasından bahsedilmiş olmasıdır .
Ama aklımın ermediği derin açıklamaları bir kenara bırakırsak, pasukların düz okunuşundan, Yosef’in kardeşlerine karşı herhangi bir kin gütmediği sonucunu çıkarmak mümkündür. Onlara cana yakın davranmış, tüm ihtiyaçlarını gerçek bir samimiyetle karşılamıştır ve satışına bağlı tüm olayları Tanrı’nın senaryosuna bağladığı için, kardeşlerini de her şeye rağmen affetmiş olduğu sonucuna varılabilir.
Yine de kardeşleri bunu bilmemekte ve “normal” bir insanın, tüm bu yapılanların intikamını almadan duramayacağı varsayımıyla hareket etmektedirler. Ona gönderdikleri mesajın sebebi de budur. Mikets peraşasıyla ilgili yazımda değindiğim üzere, kardeşlerin Yosef’i satmalarının ardında basit bir kıskançlıktan öte bir şeyler vardı. Yosef’i, ailenin birlik ve beraberliği, özellikle de Avraam’ın Tanrı ile antlaşmasının devamı için bir tehdit olarak görüyorlardı. Yitshak ve Yişmael, Yaakov ve Esav arasındaki ayrılıkların, yaptıkları her şeyi babalarına olumsuz bir şekilde yansıtan Yosef’le devam etmesinden endişelendikleri için onu uzaklaştırmışlardı. Şimdi işler düzelmiş gibi görünse de, Esav’ın Yaakov hakkındaki planları hâlâ akıllarındaydı. Yaakov, Esav’ın berahasını aldığı için Esav ona kin gütmüştü ve babasına olan saygısı nedeniyle o aşamada bir tepki vermese de “Babam için yas tutulacak günler yakındır. O zaman kardeşim Yaakov’u öldüreceğim” (Bereşit 27:41) dediğini biliyorlardı. Aynı senaryonun şimdi, Yaakov öldükten sonra, Yosef için geçerli olabileceğinden endişe ettiklerinden, ona babasının adıyla yukarıdaki mesajı gönderdiler.
Ama Yosef bu mesajı duyduğu zaman ağladı… Neden mi? Çünkü kardeşlerinin yalan söylediğini biliyordu. Biliyordu, çünkü babasının böyle bir şey söylemiş olamayacağını biliyordu. Biliyordu, çünkü kendisi babasına bu konuda hiçbir şey anlatmamıştı! Anlatmamıştı, çünkü eğer anlatsaydı babasının bir oğluna kavuşup on oğlundan olacağını tahmin ediyordu. Bu yüzden babasına anlatmamıştı; tabii ki kardeşleri de anlatmamışlardı. Dolayısıyla babası kardeşlerinin Yosef’i sattığından, ölene kadar hiç haberdar olmamıştı ve elbette haberdar olmadığı bir şey hakkında mesaj vermesi de söz konusu olamazdı – zaten kardeşler olayı anlatmış ve Yaakov da Yosef’in onları affetmesini istemiş olsaydı, bunu ölmeden önce açıkça Yosef’e söylerdi. Yosef ağlamıştır, çünkü kardeşlerinin hâlâ kendisinden şüphelendiklerini, hatta bu uğurda yalan söyleme ihtiyacı duyduklarını görmüştür.
Ve Tora bu yalanı kaydetmiştir…
Böyle bir şey nasıl olabilir? Mührü hakikat olan Tanrı, Tora’da nasıl olup da bir yalana yer verebilmiştir?
Bu soruyu daha zorlaştırabiliriz; çünkü bu olay, Tora’da salt gerçeğin olduğu gibi yansıtılmadığı tek yer değildir. Başka bir yer daha vardır. Üstelik orada gerçeği tam olarak yansıtmayan… Bizzat Tanrı’dır!
Vayera peraşasında, Tanrı Avraam’a üç melek gönderdiği zaman, Sara’nın bir yıl sonra bir oğul doğuracağını bildirmişti. Sara bu habere inanmakta güçlük çekmiş ve hayret içinde gülerek, içinden, “Menopoza girdikten sonra tekrar gençleşecek miyim?! Üstelik kocam da ihtiyar!” diye düşünmüştü.
Tanrı, Sara’nın bu tepkisinden hoşnut kalmadı ve bu konuda Avraam’a, sözün gelişi, bir serzenişte bulundu: “Niçin Sara gülüp, ‘Gerçekten de doğum mu yapacağım? Üstelik ben ihtiyarladım!’ dedi? A-Şem’in yapamayacağı şey mi var? Vakti gelince sana geri döneceğim ve gelecek yıl bu zamanda Sara’nın bir oğlu olacak!” (Bereşit 18:12-14).
Sara’nın düşündüğüyle Tanrı’nın anlattığı aynı değildir. Sara, “Avraam’ın” ihtiyar olduğunu söylemişken, Tanrı, Avraam’a, Sara’nın “kendisinin” ihtiyar olduğunu söylediğini iletmiştir. Tanrı doğruyu tam olarak söylememiştir. Bu nasıl olabilir?
Aslında sorunun cevabı çok da zor değildir. Şayet Tanrı, Avraam’a, “Sara senin ihtiyarladığını söyledi” deseydi, Avraam bundan gücenebilirdi. Ne de olsa normalde her erkek, eşinin onun ihtiyarladığını düşündüğünü duyduğu takdirde üzülür. Bu yüzden Tanrı, söylenenleri biraz farklı bir şekilde aktarmıştır. Hahamlarımız buradan bir prensip öğrenirler:
“Rabi Yişmael’in akademisinde şöyle öğrendiler: Barış büyüktür! O kadar ki, Kutsal ve Mübarek Tanrı bile [barış uğruna, söylenenleri aktarırken] değişiklik yapmıştır” (Talmud – Baba Metsia 86a).
Yosef’in kardeşlerinin “yalanı” da bu sınıftadır. Amaçları aile içindeki barışı korumaktır. Tora’nın da bunu bir yalan olmasına rağmen kaydetmesinin amacı bu prensibi öğretmektir. Nitekim Hahamlarımız bunu bir kural olarak belirlemişlerdir:
“Rabi İla, Rabi Şimon’un oğlu Rabi Elazar’ın adıyla aktararak şöyle dedi: Kişinin, barış uğruna [gerçeği] değiştirmesi serbesttir. Rabi Natan şöyle der: [Sadece serbest değil,] mitsvadır!” (Talmud – Yevamot 65b).
Bir konuyu açıkça vurgulamakta fayda vardır. Önce de belirtildiği üzere, Hahamlarımız “Kutsal ve Mübarek Tanrı’nın mührü, hakikattir” derler. Tora’nın yalan konusundaki duruşu çok açıktır: “Yalan sözden uzak dur!” (Şemot 23:17). Tora basitçe “yalan söyleme” dememiş, yalanla araya mesafe de koymuştur: “uzak dur!” Kişi, sözlerinin, yalanın yakınına bile gelmesine izin vermemelidir.
Ama hakikati söylemenin ta kendisinin yanlış olduğu durumlar da vardır. Örneğin bir kişi bir başkası hakkında olumsuz konuşuyorsa, söyledikleri tamamen doğruysa bile, laşon ara (olumsuz konuşma) adı verilen ağır günahı işlemiş olur. Bazen beyaz yalanlar [yani kimseye maddi veya manevi zarar vermeyecek yalanlar] söylemek tercih edilir; hatta bunu yapmanın mitsva olduğu durumlar da vardır. Her halükârda Hahamlarımızın bu konudaki sözcük seçimi de kayda değerdir: Barış için bile olsa “yalan söylenebileceğini” değil, “gerçeğin değiştirilebileceğini” belirtmişlerdir.
Sonuç olarak, Tora bize, bir kural varsa, bazen o kuralın istisnaları da olabileceğini öğretmektedir. Bu istisnaları haklı kılan olguların en önemlisi de, çok yüksek bir değer olan barıştır.
Comments