Yeni gelen eskisini aratır. Bu deyim acaba Ortadoğu politikası açısından da geçerli midir? Yom Kippur Savaşının büyük komutanı, I. Lübnan Savaşının tartışmalı lideri Ariel Sharon 2001yılında Ehud Barak’ı yenilgiye uğratarak başbakan seçilmeyi başarır. İsrael siyasetinin en şahin politikacılarından biri olan Arik; “sahneyi barış getirmiş savaş yorgunu büyük bir general olarak terk etmek istiyordu.” Nitekim onun başbakanlık döneminde, 2005 yılında, İsrael tek taraflı olarak Gazze’den çekilecekti.
Sharon bir Filistin devletinin kurulmasının kaçınılmazlığına inanıyor, büyük değişim geçiriyor ancak “patolojik bir bebek katili” olarak gördüğü Arafat’ı hazmedemiyor, ondan kurtulmak istiyordu. Ne var ki, yakın dostu ABD Başkanı Bush ona bu konuda “sakına” diyor, hatta bu yola girişmeyeceğine dair söz vermesini istiyordu.
Gazeteci/araştırmacı Ronen Bergman’a göre Ariel Sharon, 1970 yılında Arafat’ın Romanya Devlet Başkanı Nikola Çavuşesku’yu ziyareti sırasında kaydedilen ve İsrael istihbaratının eline geçen, Arafat’ın korumalarıyla homoseksüel ilişkiye girdiğine ilişkin görüntülerin kamera kayıtlarını yayınlamayı ve Filistin liderini itibarsızlaştırmayı planlar. (R. Bergman, Kalk ve Önce Sen Öldür) Ancak ABD yönetimi Şaron’u bu yakışıksız girişimden vazgeçirmeyi başarır.
Şaron, İsraelli sivillere yönelik pek çok kişinin yaşamını yitirdiği terör eylemleri ve intihar saldırılarının ardından Arafat’ın karargâhı Mukataa’yı kuşatma emri verir, suyu ve elektriğini kestirir, yerleşkenin duvarlarından birini yıktırır. 2004 yılında Arafat Fransa’da “gizemli” bir hastalığa yakalanarak aniden hayatını kaybeder. Ölüm sebepleri arasında AIDS de yer alıyordu.
Aynı yıl içinde Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmet Yasin’in bir suikasta kurban gitmesinin ardından Arafat’ın da yaşamını yitirmesi zamanlama açısından pek çok soru işaretini beraberinde getirdi. (Uri Dan, An Intimate Portrait-Ariel Sharon)
Peki, şu veya bu şekilde, bir suikast sonucu veya değil -ki yakın tarihte gerçeğin öğrenilmesi mümkün olmayacaktır- Yasin ve Arafat’ın ölümleri barışa hizmet etmiş midir ?
Arafat bir şekilde Filistinlileri birleştiren güçlü bir figürdü. Onun yerine geçen Mahmut Abbas başarısız oldu ve Hamas Gazze’yi ele geçirerek ikinci bir otoritenin oluşumuna yol açtı. Günümüzde seçim olsa Hamas’ın oyların yüzde 65’ini, Filistin yönetiminin yüzde 35’ini alacağı belirtiliyor.
Diğer yandan Şeyh Yasin dini bir liderdi ve Şii inancını benimsemiyor, İran’la gerçekleştirilecek her türlü iş birliğine karşı çıkıyordu. Yasin yaşasaydı İran’ın Gazze’ye roket ve her türlü silah sevkiyatı gerçekleşmeyecekti.
Şeyh Yasin’in ortadan kalkmasıyla İsrael’in en tehlikeli düşmanı İran, bölgesel bir güç olma yolunda son halkayı da tamamlamış oldu. İran, İsrael’i kuzeyden Hizbullah, güneyden de Hamas ile kuşatmayı başardı.
Başbakan Bennett’in Birleşmiş Milletler kürsüsünde Filistin sorunundan söz etmemesi Diasporadaki bazı naif solcuları üzmüş olabilir. Muhalefet ise küçümser bir tutum içinde “sadece İngilizcesi iyiydi” sözleriyle başbakanın bu kürsüden yaptığı ilk konuşmasını eleştirdi.
Bibi olsun, anti-Bibi olsun her türlü iktidarı topa tutmayı görev bilen medya ise Bennett’in BM Genel Kurulunda sarf ettiği yersiz bir cümlesinden dolayı başbakanla Sağlık Bakanlığı yetkilisi Sharon Elrai-Price arasındaki görüş ayrılığını günlerce sakız etmeyi görev bilip önemli bir mesajı ıskaladı. (Hele hele Kanal 12’nin biri siyasi diğeri bilim insanı iki kişi arasında halk desteğini belirleyen bir kamuoyu yoklaması yapması da bence son derece gereksizdi.)
Kanımca, Bennett Filistin konusunu dile getirmemekle esas sorunun İran-Hizbullah-Hamas radikal üçlüsünden (*) kaynaklandığına ve İran tehlikesi bertaraf edilmedikçe Ortadoğu’da hiçbir sorunun çözümlenemeyeceğine vurgu yapmak istemiştir. Konuşmanın özü ve mesajını bu şekilde algılamak gerekir.
-------------------
(*) Türkiye-İsrael ilişkilerinin geleceği de Türkiye’nin söz konusu radikal üçlü ve özellikle Hamas ile olan ilişkilerine bağlı görünmektedir.
Comments