Herşey komşunun selamı kesmesiyle başladı.
Asansörün yanında karşılaştığım komşum son Netflix dizisi hakkında ne düşündüğümü sordu geçen sabah. Kendisine televizyonumuzun halen aptal olduğunu ve bu yüzden de Netflix seyretmediğimizi söyleyince yüzü bir tuhaf oldu.
İki gün sonra da bahçede karşılaşmak üzere olduğumuzda gözlerini yere indirince artık vaktin geldiğini anladım. Aptal olan belki de sadece televizyonumuz değildi.
Zaten bu “netflixsizlik” yüzünden arkadaşlarla çoğu zaman mevzu dışı kaldığımızı çoktan farketmiştim .
Evet, bizim de 21nci yüzyıla ayak uydurup “Akıllı TV” ye geçme vaktimiz gelmişti anlaşılan. Akıllanmalıydık. Zira bilgisayarı hem aptal, hem de küçük ekranlı setimize bağlamaktansa akıllı ve daha büyük bir TV seti daha cazip bir seçenekti. Geçmiş normal zamanlarda - ah o zamanlar! - bu ürünleri satan bir dükkâna girer, bir insanla konuşur, televizyonunuzu seçer, parasını öder ve en geç ertesi gün salonunuzda efendi efendi dizinizi seyrederdiniz. Ama 21nci yüzyılda, üstelik Covid-19’un sizi dükkanlarda sıkıştırmak için pusu kurduğu bugünlerde, tek “akıllı” seçeneğiniz alışverişinizi “akıllı TV, akıllı bir şekilde online satın alınır” deyip çağa uymanız. Biz de öyle yaptık, siparişimizi online yaptık.
Büyük oğlumdan rica ettim. Kapkara bir Cuma günü online siparişi verdi, bana da sipariş numaramı verip alarmda beklememi salık verdi.
Gerçekten de iki gün sonra alarma benzer bir telefon çaldı.
Süratli, otoriter, askerde emir vermeye alışık bir binbaşı, erkek otomatik sekreter sesi, bana bir sms yollandığını ve eğer ürünümü yakın zamanda almak istiyorsam bu mesaji bir an evvel açmamın uygun olacağını kesin bir dille belirtti.
Emir emirdir. Hemen mesajlarımı açtım.
Mesaj bir linke basmamı istedi. Bastım, bir pencere açıldı. Devam edebilmem için Covid olup almadığım, covidli biriyle en son ne zaman görüştüğüm gibi güncel sorulara cevap verdim. Sınavı başarıyla geçtim. Televizyonuma yaklaşıyor muydum?
Hayır. Zira, telesekreter mesajlarına cevap vermeme, linki açabilip üstelik sınavı da iftiharla geçmeme rağmen maalesef ekranda, “akıllı ve modern online” şekilde teslim zamanını kararlaştırma olanağı olmadığı yazılıydı. Tek tesellim aşağılarda bir yerde bir telefon numarası verme nezaketini göstermeleriydi.
Telefon ettim o numaraya. Tabii ki telesekreter ve talimatları karşıladı beni.
Uydum talimatlarına ve tam sekiz dakika onyedi saniye sonra genç bir kız sesi cevap verme lutfunda bulundu. Kısaca durumu anlatmaya başlayacaktım ki kızcağız “bir dakika” deyip beni tekrar o zırıltıyla başbaşa braktı. Arka planda duyduğum seslere bakılırsa muhtemelen evden çalışıyordu ve yan odaya gidip bebeğinin altını değiştirdikten sonra, (üç dakika ondokuz saniye), beni tekrar bir insan sesine kavuşturdu.
Kendimi tanıtmama lüzum kalmadan sesimden tanıdı beni, ismimle hitap etti. Çok hoşuma gitti, hiç tanımadığım birinin beni sesimden tanıması!.. Nerdeyse bütün bu geçirdiğim işkenceler serisini unutacaktım ki bir cümlesi beni gerçeklere geri döndürdü. Meğerse benim ısmarladığım TV şu anda stoklarında yokmuş. Birkaç gün sonra tekrar aramalıymışım.
“Peki, madem stoklarında yoktu, niye aradılar ki?” diye soracaktır bu satırlara kadar yazımı okumaya devam eden meraklı ve sadık okuyucum. Ve niye sormadın bunu diye de bana sitem edecektir.
Hayır sormadım.
Sormadım değil, soramadım. Telefonu kapatmıştı hanım kızımız.
Koronanın sona ermesini beklemek zorunda kalsam bile,
bulaşık makinesini online almayacağım.
Not: Sevgili okurum, yeni yıla ağır, ciddi bir yazıyla girmektense güncel, gerçek ve hafif bir konu seçtiğim için kızmazsın umarım.
Comments