top of page

Batan geminin yolcularıyla…


(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)



Bu yazımın yayınlandığı 7 Nisan Çarşamba gününün akşamı ve ertesi günü boyunca İkinci Dünya Savaşı yıllarında Naziler tarafından katledilen altı milyon dindaşımızı anıyor olacağız. Şalom gazetesi geçmişimde birkaç kez Holokost kurtulanları ile tanışıp bire bir söyleştim, yaşananları onların ağzından dinledim kalbim sızlayarak… 2004 yılının güzel bir Haziran günü, tanıştığım beş kişi ile karşılıklı ağlaşarak yaptığım söyleşiyi hayatım boyunca unutmayacağım.


Divan otelinin bir toplantı odasında bir araya geldiğim, yaşları 80’ler civarındaki bu beş kişi; Regine Canetti, Zvi Suzinne, Yaakov Chakirov, Moshe Peretz ve Adela Vana’ydı. Onlar 1940 yılının 12 Aralık günü Silivri açıklarında batan Salvador gemisi kurtulanlarıydı…


Bildiğiniz gibi İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi işgali altındaki ülkelerden kaçan ve hiçbir ülkede barınmalarına izin verilmeyen Avrupa Yahudileri derme çatma gemilerle Filistin’e ulaşmaya çalıştılar. Bu gemilerin çoğu köhne olduğu için battı, bazısı batırıldı, bir kısmı hedefe ulaşmayı başardı.


Filistin’e gitmek üzere Bulgaristan’ın Varna limanından yola çıkan gemilerden biri de Salvador’du. 352 yolcu taşıyan bu gemi Silivri açıklarında şiddetli bir fırtınaya yakalandı, Cambaz burnu önünde kayalara çarparak battı. 127 yolcu azgın dalgalar arasında boğularak ya da donarak yaşamını yitirdi, 103 kişi kayboldu… Ölenlerin 70’i çocuktu…


Salvador gemisi kurtulanlarından Regine Canetti, Zvi Suzinne, Yaakov Chakirov, Moshe Peretz ve Adela Vana yaşadıkları felaketten 64 yıl sonra Türkiye’ye gelmişlerdi. İsrael televizyonunun göçmen gemileri ile ilgili belgesel bir filmin çekimleri için gittikleri Silivri’de acı anıları yeniden tazelenmişti.


İşte ben İstanbul’daki Divan otelinin toplantı salonunda bu gemiden kurtulan beş kişi ile yaklaşık üç saat süresince birlikte oldum. Her birini ayrı ayrı dinledim. Onların sesi titriyor, benim gözlerimden yaşlar süzülüyordu.


Ocak ayının buz gibi soğuk gecesi, karanlıkta azgın dalgalarla boğuşup kıyıya varabilen Regine, Zvi, Yaakov, Moshe ve Adela yirmi yaşlarında gençlerdi bu felaketi yaşadıklarında… Bu beş kişi aynı facianın kurbanlarıydı. Her biri o gemiye nasıl da umutla bindiğini, gemideki açlığı, felaket gecesini ve sonrasını kendi açılarından uzun uzun anlattılar. Ben onlardan bütün dinlediklerimi “Salvador Gemisi’nden bir ses” başlığı altında, hiç kısaltmadan, bir yazı dizisi halinde Şalom’da yayınladım.


Bu kişilerin anlatılarından küçük alıntılar yaparak, yaşadığım bu deneyime sizleri de ortak edeyim…


Regine Canetti anlatıyor: “Gemi fırtınaya yakalandığında ağlamaya, bağırmaya başladık. Babam bize dua etmemizi ve kendimizi suya atmamızı söyledi. Suya atladık, çok soğuktu… Bir anda annemi ve kardeşlerimi kaybettim. Yapayalnızdım buz gibi suda, dalgalar arasında herkes başının çaresine bakıyordu. Gücümü kaybetmiştim. Koca dalgalar beni sahile attı. Kıyıya çıktığımda babamı gördüm. Gözlerim annemi aradı ama göremedim. Kardeşlerimi sordum, bir yanıt alamadım. Sonradan toplanan ölülerin arasından babam annemi teşhis etti, kardeşlerim bulunamadı. Korkunç soğuktu, titriyordum. Götürüldüğümüz karakolda nöbet tutmakta olan bir asker parkasını çıkardı, bana giydirdi.”


Yaakov Chakirov anlatıyor: “Herkes itişip, kakışıyor, birbirini eziyordu. Suya atlayarak kurtulacaklarını umut edenler kendilerini azgın dalgalar arasında buluyordu. Bazıları telaşlanıp gerisin geri batmakta olan gemiye binmek istedi. Korkudan bayılanlarla, suya atlayıp boğulmak üzere olanlar arasında koşturup durdum. Gün doğana kadar böyle devam etti. Ben ve diğerleri yaşam kurtarmak için elimizden geleni yaptık.


Sahilde gördüğüm kulübeye sürünerek gittim. İliklerime kadar sırılsıklam… Silivri sinagogunda bize giysiler verdiler, doyurdular, ısıttılar. İstanbul’da yaşayan kuzenim Hayim Basan beni görmeye geldi. İstanbul Yahudileri bize çok şefkat gösterdi.”


Zvi Suzinne anlatıyor: “Geminin parçalanmasından sonra arkadaşım Talya ve kız kardeşi Roza, ‘bizimle şu tarafa yüz’ dediler. Ben, ‘hayır bu yöne gideceğim, sanırım sahil orada’ dedim. Can yeleğimi Roza’ya verdim, gözyaşları içinde ayrıldık. Dalgaların götürdüğü yöne gittiler… Ve orada kaldılar… Bir daha onları göremedim. Yüzme bilmiyordum. Suyun üstünde kalabilmek için hareketler yaptım. Hayatta kalmamın sebebi yaşama arzusuydu.


Sabahın ilk saatleriydi. Sahile varınca güneş ufukta belirmeye başladı. Bir kulübe dikkatimizi çekti. O yöne doğru koştuk. Burası bir ağıldı, boştu, sadece çöp yığınları vardı. Çöp sıcaktır, ısınmak için çöplerin içine girdik. Bizi kurtarmaya gelen motorlu araçların sesini duyduk. Karakol gibi bir binaya getirdiler bizi. Daha sonra felaketin boyutlarını, ölü bedenlerin kıyıya vurduğunu öğrendik.”

1921 Sofya doğumlu Adela Vana anlatıyor: “Feryatları, haykırışları, çocukların ağlamasını, her şeyi duydum. Sonra korkunç bir sessizlik… Sabaha karşı kendimi gemiden kopan bir direğe halatlarla bağlanmış buldum. Gökyüzü, deniz, azgın dalgalar arasında ben... Birden yanı başımda, dalgalar arasında, kolunda tuttuğu küçük bir çocukla bir adam belirdi. ‘Onu kurtar lütfen’ diye yakardı. Tek kolumla çocuğu kucakladım. Çocuk bağırmadı, konuşmadı, ama yaşıyordu. Dalgalar beni zaman zaman derinlere batırıyor, zaman zaman yükseltiyordu. Bu mücadele sırasında çocuk elimden kaymış olacak, onu yitirdim.”


Moshe Peretz de facia gecesini anlattı tabii. Fakat onun farklı yöndeki anlatılarını aktarmayı istiyorum. “Babam Siyonist hareketin etkin bir üyesi ve Bulgaristan Yahudi basınının en ünlü gazetecilerinden biriydi. ‘La Verdad’ adlı gazetenin yazarıydı. Ağabeyim ve ben AŞomer Atsair üyeleriydik. Ağabeyim önceden göç etmiş, bir kibutzda yaşıyordu. Ailece göç etmeye karar verdik. Gemide çok büyük bir aileydik. Annem, teyzelerim, kuzenler, uzak akrabalar… Bu geniş topluluktan çok az kişi kurtulabildi.”


Sevgili okurlar, gazetecilik yaşamımda beni en fazla etkileyen söyleşilerden biriydi bu… Çünkü o dönemin gençleri olan bu kişiler, tarihin canlı tanıklarıydı. Ben de onlarla beraberdim, onları dinliyordum, anlattıklarını yaşıyordum.


Hepsinin özellikle anlattığı ve vurguladığı neydi biliyor musunuz? Silivri’den İstanbul’a getirildiklerinde bugünkü Fakirleri Koruma binasında barındırıldıklarını… Yahudi toplumundan çok şefkat gördüklerini… İstanbul’daki dindaşları onları sevgiyle kucaklamışlar, acılarını dindirmeye çalışmışlar… Onlara leziz yemekler ve sıcacık giysiler getirmişlerdi…


Bu söyleşiden yaklaşık bir yıl kadar önce, 2003 yılının soğuk bir Şubat günü gazeteden arkadaşım Ester Yannier ile Silivri’ye gitmiş, Yahudi toplumunun izlerini sürmüştük. Bir mahalle kahvesinde içtiğimiz çay eşliğinde oranın yaşlı amcaları ile konuşma şansını bulduk. O yaşlılar bizi 60 küsur yıl öncesine götürdüler. Sahile yüzerek çıkanlara nasıl yardımcı olduklarını, sahile vuran ölü bedenleri, hayatta kalanların hüznünü ayrıntılarıyla anlattılar.


Regine, Yaakov, Zvi, Adela ve Moshe elbette ki bugün, artık hayatta değiller… Ama onlar er veya geç Kutsal Topraklara göç etmeyi, yeni bir hayata başlamayı, o dönemin gençleri olarak aile kurmayı ve yaşamlarını İsrael’de özgürce sürdürmeyi başardılar. Yaşadıkları faciayı kalplerine gömerek…


Azgın dalgalarda boğulup, yaşamını yitirenler ise Yeruşalayim’de Herzl Tepesindeki mezarlıkta yatıyorlar topluca…

Hüzünlendirdimse af ola… Siz okurlarla paylaşmak görevimdi… Unutmayalım, unutturmayalım…

Commenti


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page