Londra, Washington DC, Berlin, Paris…hemen her Cumartesi Gazze’de ateş kes için yürüyen yüzbinler, belki toplamda milyonlar, hükümetlerinin siyasi kararlarına etki eder mi? Geçmişte bu tarz büyük nümayişlerin veya onların hislerini yansıtan münazaraların ve kamuoyu yoklamalarının yanlış sonuca oynadıkları vaki mi?
9 Şubat 1933’de Oxford Üniversitesi Münazara Topluluğu tarafından düzenlenen “Bizler Kral ve Ülke için Canımızı Feda Etmeye Hazır Değiliz!” tartışması 153’e karşı 275 oy ile kabul edilmişti. Oysaki orada bulunanların büyük çoğunluğu, İngiliz halkının tamamıyla birlikte, 7 yıl sonra Hitler’in hava kuvvetlerine ve kara ordularına karşı savaşlarda ölmeyi göze alacak kadar mücadeleyi benimsediler.
Henüz göremedikleri veya tahmin edemedikleri, yeni iktidara geçen Hitler’in yayılmacı ve katliamcı siyasetinin zaman içerisinde İngiltere’yi ne kadar tehdit edeceği idi. Değişen jeopolitik durum karşısında barışçıl düşüncelerinin ne kadar hızla eriyeceğini ise hiç öngöremediler.
1933 yılının Oxford öğrencileri 1. Dünya Savaşı’nın cephelerinde yitirdikleri babalarını ve kardeşlerini yad ederek toplumun “artık savaş istemiyoruz” havasına kapılmışlar ve olası düşmana karşı tedbir almayı red ediyorlardı.
Benzer hissiyata 1980’lerde Avrupa’nın her yanında yükselen Barış Havarilerinin kısa menzilli nükleer taktik füzelerin kendi ülkelerine yerleştirilmelerine engel olmak için yaptıkları yürüyüşlerde rastlanır. Sovyetlerden gelebilecek bir kara harekatını durdurmak veya yavaşlatmak için NATO’nun konuşlandırmayı planladığı Cruise füzelerine karşı barış yanlıları “ABD bizi savaşa sürüklemek istiyor” sloganıyla karşı geliyorlardı. Halbuki Sovyet Rusya 1956’da Macaristan’da demokratik başkaldırıyı tanklarıyla ezmiş ve ayni askeri yöntemi 1968’de Prag’da uygulayarak reform isteyen Çekoslovak halkını sindirmişti.
Milyonlarca yürüyüşçünün protestoları işe yaramadı. Avrupa’lılar füzelerin ülkelerinde yer almasına imkan verdiler. Ayni dönemde Amerika’nın “antifüze savunma” sistemi olan Star Wars programına karşı yapılan şiddet dolu etkinlikler de sonuçsuz kaldı. Sovyetler teknoloji ve verimlilik yarışını kaybettiler ve kısa bir süre sonra da ideolojileri ve ülkeleri çöktü.
Tarih, 1980’lerin barış yürüyüşçülerinin, 1933’de Oxford’da savaşmak istemeyenlerin yanlış değerlendirmelerde bulunduklarını gösterdi. Bugünkü “Gazze’de Ateşkes” taraftarlarının hükümetlerinin siyasetini değiştirmek konusundaki şansları nedir?
İngiltere’yi ele alalım. Muhafazakar iktidarın politikası başından beri ABD ile aralarında su sızmayacak Ortadoğu yaklaşımı ve İsrail’in kendini savunma hareketine destek vermesi şeklindedir. Muhalefetteki İşçi Partisi kadrolarının gönlü ise savaşın durdurulmasından yanadır. Bu kesimde Müslüman kökenli yerel yöneticiler ve sol politikalara olumlu bakan gençler çoğunluktadır. Fakat liderleri Keir Starmer bir önceki başkan Marksist felsefeye inanan Jeremy Corbyn’in uğradığı ağır seçim yenilgisinden dersini almışa benziyor. Eşinin Yahudiliği sayesinde İsrail cephesini daha yakından tanıyan ve empati besleyen Starmer’in ateşkese razı olmasına şimdilik ihtimal verilmiyor. Üstelik bu yıl yapılacak seçimlerde iktidara geçmesi bekleniyor.
Batı Avrupa’da Almanya’nın tutumu net: İsrail haklı, sivil ölümleri artırmamaya dikkat etmeli fakat Hamas’ı zayıflatma amacına da ulaşmalı. Fransa ise ikircikli: 5 milyona yakın Kuzey Afrika kökenliyi kontrol altında tutmak için İsrail’e sık sık “yavaşlat” çağrıları yapıyor.
Ortadoğu konusunda İtalya ve İspanya birbirlerinden 180 derece ayrılmış durumdalar. Meloni hükümeti her zaman İsrail’e kendini yakın hissetti ve İtalyanların çoğunluğu da bu yönde. İspanya’da ise solcu hükümetler, merkezi rejime başkaldırmayı beceri sayan Basklar ve Katalanlar ile birlikte, Filistin ve UNRWA desteğini eksik etmiyorlar.
Doğu Avrupa’da resim tamamen farklı: Macaristan’dan Polonya’ya, Çekya’dan Ukrayna’ya ve tüm Baltik ülkeleri ilk saldırının kimden geldiği bilinci ile kendilerinin de Rus işgal riski içerisinde bulunmalarından dolayı İsrail ile dayanışma içerisindeler. Esasen bu bölgede halkın ateşkes talep etmesine de pek rastlanmıyor.
İlginç olan Abraham Accords kapsamında İsrail ile sözleşme imzalayan ülkelerden hiçbirinin şu ana kadar vazgeçmemiş olmaları. Fakat bu yazımızın kapsamı dışında kalıyor.
Yıllar sonra bugünleri hatırlayan yürüyüşçüler davalarının haklı olduğunu iddia edecekler mi? Yoksa moda akıma kapılıp, Ortadoğu’nun tarihini de pek önemsemeyen gençler, hükümetlerine baskı yaparak, barış isterken çok daha kanlı savaşlara da kapı açtıklarını fark etmiş olacaklar mı?
Yorumlar