2000’li yılların başlarında Güney Afrika’yı ziyaretimizde yüksek suç oranına rağmen genelde hoş, yaşanabilir ve geleceğe güvenle bakan bir ülke görünümü vardı. Beyaz Hollanda kökenlilerin (Boer) 1994 yılına kadar sürdürdükleri Apartheid politikası (siyahilere uygulanan ayırımcı kısıtlamalar ve iktidarın Boer’lerde kalması) sona ermiş, Nelson Mandela dünya çapında üne kavuşmuş ve beyazları dışlamayan ANC (African National Congress - Afrika Ulusal Kongresi) partisi yönetimi devralmıştı. Dünya kişi başı milli hasıla ortalaması 6000 $ civarında iken Güney Afrika’nınki 4500 $ ile onun ¾’ü oranındaydı.
Ülkenin Yahudi nüfusu 100.000 ile diasporanın en büyüklerinde biriydi. Çoğunlukla Litvanya’dan 20. yy’ın başlarında gelen Yahudiler özgürlükçü tutumlarıyla Apartheid yanlısı hükümetlere karşı cephe almışlar ve yerel siyahi halkın haklarını savunmuşlardı. Oysa ki Boer iktidarının İsrail ile diplomatik ilişkileri en üst düzeyde kalmaya devam etti.
Yıllar içerisinde ANC hükümetlerinin politikaları Güney Afrika halkına pek yaramadı. Şimdilerde kişi başı milli hasıla 6000 $’a erişti fakat dünya ortalaması 12.000’e çıkmış ve Pretoria’nın payı yarıya inmişti. Madencilik (altın, elmas, kömür vb) zengini Güney Afrika yolsuzlukta ve yönetişim eksikliğinde başa güreşiyordu.
Yahudi toplumu da bu düşüşten payını aldı. ANC iktidarının beceriksizlikleri bir yana Arafat ile Mandela’nın dostluklarından kaynaklanan İsrail’e karşı hasmane tavır ve nihayet Birleşmiş Milletlerin 2001’de Durban kentinde “Siyonizm eşittir Irkçılık” kararıyla sonuçlanan toplantısı bardağı taşıran damlalar oldu. Sayıları 50.000’lere indi. Bir kısmı Kuzey Amerika ve Avustralya’yı tercih ederken, önemli bir kesim de İsrail’e yerleşti. Daha önce Aliya yapanlardan Abba Eban tarihsel bir kişilik kazandı ve 1966-1974 arasında dışişleri bakanlığı yaptı.
“Kalalım mı, gidelim mi?” Güney Afrika Yahudileri bu soruyu daha sık gündeme getirmeye başladılar. Özellikle vatandaşı oldukları hükümetin İsrail’i Uluslararası Adalet Divanında Soykırım suçlaması ile itham etmesi, Hamas yanlısı tutum ve yıllarca Apartheid’e karşı yürüttükleri mücadelenin artık unutulmuş olması Yahudileri endişeye sevk ediyor.
Üstüne üstlük 19 yaş altı Güney Afrika ulusal kriket takımının kaptanı Yahudi asıllı David Teeger’in, İsrail askerlerini savunduğu iddiası ile ünvanının “güvenlik saikiyle” geri alınması işaret olabilir mi? Teeger konuşmasında “Kaptanlığı üstlendim, şu an için yükselen yıldızım fakat asıl yükselen yıldızlar İsrail’in genç askerleridir. Ödülümü İsrail Devletine ve her bir askerine adıyorum, Diaspora’da bizim yaşamamız ve gelişmemiz onlar sayesinde…” sözcükleri yerel Filistin ile Dayanışma derneğinin şikayetine yol açtı ve Güney Afrika Kriket Federasyonu kaptanlıktan men etti, David’i.
Yahudilerin güzel yaşamları oldu Güney Afrika’da, yüzde 90’ı Yohannesburg ve Cape Town’da. En büyük maden şirketlerinden De Beers’in başındaki Ernest Oppenheimer bir Alman Yahudisiydi fakat sonradan Anglikanizme geçti. Grubun ana şirketi Anglo-American bir ara Güney Afrika ekonomisinin ¼ ‘ünü oluşturuyordu.
Güney Afrikalı yakın arkadaşlarımdan Michael’in yeni geldiği Cape Town Yahudi toplumu için söyledikleri sanki Türkiye’yi andırıyor: “Hükümeti beğenmiyorlar fakat aralarına mesafe koymayı becermişler. Herşeye rağmen kaliteli hayatları var, iklim harika, hizmet ucuz, bol seyahat ediyorlar, şaraplar güzel, para kazanıyorlar. Çocukların ne yapacakları belli olmaz. Şu an için dert etmiyorlar.”
Bu görüşün kısa vadeli mi, uzun vadeli mi olduğu bir kuşak sonrası öğrenecek.
Comentários